Komünizm, İnsanın Has Özüne Dönüşüdür – Tufan Eroğluer (Hasan Ali)

2476

Aşağıdaki yazı, BÖG Karargahı’nda, toplu olarak, Maurice Cornforth’un Komünizm ve İnsanlık Değerleri kitabı üzerinden yürütmüş olduğumuz tartışmaya aktif katılım sergileyen Tufan Eroğluer’in geride bırakmış olduğu notlarından oluşmaktadır.

Tufan yoldaş, bu notlarının olduğu defterine şu sözle, başlamış: “Bir balyoz darbesi camı paramparça eder ama çeliği sertleştirir.” Ve bir başka defterinde de cam ya da çelik olmanın nitelik sorunu olduğunu ifade etmiştir. Biz çelik olmayı hedefleyeceğiz! Dörtler, Ulaş Bayraktaroğlu ve en son ölümsüzleşenimiz Tufan Eroğluer şahsında bu sözü bir kez daha veriyoruz. Yediğimiz darbe bizi çelik misali daha da sertleştirmiştir! Fazla söze gerek yok; rotamızı çizdik bir kez, şimdi ölümsüzleşenlerimizin eleştirel bakışlarını hep üzerimizde hissederek, bu yolda ilerleyeceğiz.

***

İnsanın, insan olma sürecinin temel belirleyeni komün yaşamına geçişi ve bu yaşamı devam ettirmek için girdiği emek süreciyle bilincinin gelişmesidir. İnsan toplumsal bir varlıktır ve bu toplumsal varlığını devam ettirebildiği sürece insan olarak kalabilir. Bu insanın has özüdür. İnsanlık tarihinde bir anomali durum olan sınıflı toplumlar süreci, insanın bu has özünü çarpıtmış, onu kendi olmaktan, toplumsal varlığından çıkartarak yabancılaşmayı yaratmış ve derinleştirmiştir. İnsan; kendine, emeğine, emeğinin ürünlerine vb. yabancılaşarak hem maddi hem de manevi alanda kendi olmaktan, insan olmaktan uzaklaşmıştır. Komünizm, kendini tarihin çözülmüş bilmecesi olarak ortaya koyarak insanlık tarihindeki bu ters duruşu, bu çarpılmayı, bu anomali durumunu tekrar ayakları üzerine dikmek için buna müdahaledir. İnsanın has özüne dönüşü, insanlığın altın çağına özlemidir.

Gündelik hayatın eleştirisi, bugünden yarını kurma, yıkarken yapma… Kurucu iradeyi geliştirdiğin oranda ideolojik temel güçlenir ve sorunlar çözülür.

Son tahlilde alt yapı üst yapıyı belirler. İnsanların ilişkileri, maddi üretim araçlarının kullanımı ve bu aletleri toplumsal yaşamın ihtiyaçlarına koşulduğu oranda gelişir. Bu ilişkileri kurma yolu da dili geliştirmiştir. Dil beyni, beyin dili geliştirmiştir. Kelimeler, insanın zihin dünyasının haritasıdır. Kullanılan kavramlar zihin dünyasının kodlarını verir. İnsanları ortaklaştıran, ortak bir emek, zihin ve kültür dünyası kuran, bu dünyayı belirleyen ve yine bu dünyadan etkilenen bir araç olarak dili görebiliriz.

Mülkiyet, üretim ilişkilerinin hukuki biçimidir.

Herkes dikiş dikebilir ama herkes terzi olamaz. Komünizm, sosyalizm aşamasında özgürce serpilip gelişen insanın nesneler üzerindeki hakimiyet süreciyle işbölümünü bir zorunluluk olmaktan çıkararak, herkesten yeteneğine göre emek bekleme sürecidir.

İlerleme, ilericilik, gericilik kavramları daha net açıklanmalı. Tarihte elbette bir sonraki dönem bir önceki dönemden ileridir. Ama bu ileri düzeyin insan üzerindeki etkisi, insanın toplumsallığı üzerindeki etkisi, mülkiyet ilişkileri ve ezen-ezilen çelişkisi temelinde açıklanışı esas meseleyi anlamamızı sağlar. İlerlemenin felsefi temeli ne kadar gelişkinse o derece bir kültür, birikim yaratabilir. Bilim ve felsefe arasında açılan makas insanlığın kültürel birikim ve mirasına olumsuz bir puandır.

Yabancılaşma, işbölümü sonucu oluşan özel mülkiyet ile insan topluluğunun bölünmesi sonunda emeği başkalarının aracı insanın, bu emeğine, emeğinin ürünlerine uzak olmasını anlatmaktadır. Bunun sonucu olarak insani ilişkiler de birbirine yabancılaşmaktadır. Çünkü insanın bilincini belirleyen, maddi koşullar sonucu yaşadığı yabancılaşma toplumsal bilincini de çarpıtan, bu toplumsal özü yabancılaştıran bir biçim almıştır.

İşbölümü neden yabancılaşmayı doğuruyor? İnsan ürettiği ürün hakkında, onun bilgisi, tekniği hakkında ne biliyor, ne düşünüyor? Ürettiği ürünün hangi toplumsal ihtiyacı, ne ölçüde, nasıl giderebileceği hakkında bir emekçi nasıl davranıyor? Üretim sürecinin parçalanması ne için yapılıyor?

Yabancılaşma, normal insan aklının insana ait olmayan insan dışı olan her şeyi zamanla kabul edebilir duruma gelmesi, onu kanıksaması durumun özetidir.

Kurum fetişizmi, kurumu amaçlaştıran, tek derdi onu yaşatmak uğruna içinde var olduğu toplumsal ilişkilerden yani örgütleme, harekete geçirme vb. süreçlerden örgütü soyutlayan, statükocu, durağan bir durumdur.

Örgüt hem her şeydir hem de hiçbir şeydir. Soyut insan yoksa soyut örgüt de olamaz. Örgüt bize, insana dair kavgamızı birleştiren, bütünleştiren, nefes borusu olan bir araçtır. Bu sebeple kendinden, doğal bir herşeye kadir, mutlak bir araç değildir; kaldı ki amaç olsun… Kurum fetişizmi, bireyi örgüt dışındaki varlığını güdükleştiren, örgütü cemaatleştiren, kendini sadece o örgütte var edebilen durum yaratıyor.

İşçi sınıfı dediğimiz olgu da, bir fetiş haline getirilmiş durumu yaşıyor. Sınıfı tekdüze, toplumsal ilişkilerinden, kültürel ve tarihi reflekslerinden, içerdiği kimliklerden soyutlayarak ele almak bir fetiş durumu doğuruyor. Sınıfın yaşadığı tüm bu yabancılaşma biçimleri aşılmadan, sınıf kimliği kendini oturtamaz, ortak bir sınıf ruhu, ortak bir sınıf bilinci oluşturulamaz.

Bir örgütün, toplumsal-siyasal süreçlerdeki rol ve işlevi dışında bir turnusolu yok. Örgütün etkinliği, hedeflediği toplumsal kesimlerin hareketle olan ilişki düzeyiyle ölçülür. Örgüt bu kitlelerle ne denli bağ kurabilmiş, yönlendirmiş, örgütlemiş ve harekete geçirebilmişse başarılı olmuş demektir.

21 Mayıs 2017

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız