Yeni Devrimci Atılım Dönemi ve Hareketimizin Güncel Görevleri – M.Börklüce Efe

1915

AKP-MHP faşizminin Afrin’e yönelik başlattığı işgal girişimi ile başlayan yeni dönemde, sosyalist hareketin önüne, varolan toplumsal krizi derinleştirebilmek adına yeni imkanlar çıkmıştır. İktidar bu durumun öncesinde Tek Tip Elbise, OHAL ve KHK dayatmalarıyla zaten baskı ve tahakküm ortamının boyutunu oldukça yükseltmiş durumdaydı. Tüm varolan görüngüsüne rağmen, aslında lehimize olan bu durumu, değerlendirecek örgütsel pozisyondan yoksun olduğumuz ortadadır. Bu durumun kendisi bir özeleştri konusuyken, özeleştrinin doğasından hareketle, analize uygun doğru bir duruş gereksinimini de bu durumdan çıkış için bir zorunluluk olarak önümüze dikilmiş bulunmaktadır. Bu çıkış “yeni devrimci atılım döneminin” kendisidir.

Yeni bir devrimci atılım dönemini yürütebilmek adına öncelikle onu bir ihtiyaç olarak yaratan öznel durumu kısmi de olsa tariflemek gerekmektedir. Bize ait bu öznel durumun temel anlamda bir çok sebebi bulunmaktadır. Ancak bunların en yakıcı olanları ve irdelememiz gerekenler, yapısal (merkezileşememe) ve cephesel (birleşememe) dağınıklık, öncüleşememe sorunu ve kitlelerin içerisine kök salamama durumudur. Gelişen tüm objektif durumlara rağmen önümüze çıkan bu dört sorun, birbirini besleyen ve üreten bir şekilde, diyalektik bir bağ içinde ele alınmalıdır. Sorunun çözümü, bu gereksinimlere stratejik bir pencereden bakmak ile mümkündür.

Strateji kendine ait yöntemi, yöntemde gidilecek yolu belirler. İktidarı alma meselesi, bir program meselesinden çok öte bir sorun olmasına rağmen, devrimci bir program bu mesele içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Güncel sorunlarımızı aşacağımız nokta ilkin olarak devrimci bir program üzerinden, merkezi hareket kabiliyetinin kazanılmasıdır.  Partinin programı asli olarak stratejik bir nüshadan öte, aynı zamanda ona ait yöntemi ve gidilecek yoluda kapsayan derinlemesine bir kılavuz olarak şekillenir. Burada yöntemden kastımız kesintisiz devrimci taarruz ilkesiyken yol ise ona bağlı gelişecek olan taktik hattın kendisidir. Ancak bunları bir çatı altında  birleştirecek bir örgüt aksiyomunun inşası, tüm bu sorunların toplamında, asli bir çözümdür. Bu çözüm sağlandığı taktirde onunla birlikte sosyalist hareketde ki cephesel dağınıklık, kitlelere öncülük edememe ve onların içerisinde kök salamama sorunları da peşi sıra çözüleceklerdir.

Stratejik duruş o yada bu şekilde bir devrim yapma isteği olmasına rağmen sonal ve lokal durumlara ilişkin takınılan tutumlar (yani pratiğin şekli) bir çok sosyalist çevrenin arasına belli çizgiler çizmektedir. Her tutum kendine ait bir stratejiden doğru, bir yöntem aracılığıyla belli taktikleri ortaya çıkarmaktadır.  Güncel durumun vahametinden ötürü ortaya çıkan taktikler “aynıları aynı yerde” saflaştırmaya belli oranlarda yeterli olsada bu saflaşma hala kendi içerisinde parçalı bir yapı teşkil etmektedir. Bu parçalı yapının giderilmesi ancak kendini kanıtlamış ideolojik bir çizginin, devrimci bir pratikle vücut bulması sonucu güçlü bir örgüt aksiyomunda buluşması ile mümkün olacaktır.

Var olan iktidar gücünün iktisadi ve siyasi eylemlerinden doğru analizini yapabileceğimiz atipik bir devlet tipinin (faşizm) analizi, bu devlet tipinin memleket çapında işçi sınıfı ve ezilenler üzerinde kurduğu ceberrut ortamı, bu ceberrut ortamına karşı işçi sınıfının siyasi rolü ve bunların hepsine değin partinin tüm hatlarıyla örgütleyeceği devrimci zor pratikleri belli oranlarda tartışma konusu edilmemektedir. Ancak deyim yerindeyse, iş, Marx’ın söylemiyle “dünyayı değiştirmektir” konusuna tekabül ettiği anda bu kısmi ideolojik birliktelik bir anda bozuma uğramaktadır. Yani bu belirlemelerden anlayacağımız devrim yapma meselesinin istek ve niyetlerden öte bir hareketi yaratma meselesi olduğudur. Böyle bir durumun gerçek kılınması ile zaten tüm art niyetler tarih perdesinde kendisini teşhir edecektir. “Yeni devrimci atılım dönemi” aslolarak bir örgüt aksiyomunun yeniden inşasını sağlama çalışmasıdır. Bu yönde bir örgüt aksiyomunun gelişmesi adına iki temel kaynak ele alınmalıdır. Maddi koşullar ve yapısal biçimleniş. Maddi koşullar anı ve andaki varolan durumu tariflerken, yapısal biçimleniş de kendini ona göre teşkil edecektir.

Bu iki temel kaynağı, konjonktürel olarak, başlıklar halinde açmak gerekirse:

Maddi Koşullar: İç ve dış etkenler olarak iki biçimde sınıflandırılır. Proleteryanın ve ezilenlerin örgütlülük durumu iç etkenlerin birinci faktörüdür. Kitle içerisinde ki etkinlik seviyesi, kadrosal birikim vb. ise ikincil faktör olarak ele alınabilir. Emperyalist tahakküm, varolan iktidar gücünün siyasal ve iktisadi yönelimleri-eylemleri, genel ekonomik durum vb. ise dış etkenlerdir. Bugün memleket güncelin de açıkca görülmektedir ki; emperyalist hegemonya ile mevcut iktidar gücünün arasında yoğun çelişkiler yaşanmaktadır. Bu çelişkili durum, 15 Temmuz sonrası OHAL ve KHK eliyle sürdülmeye çalışılan faşist diktatörlüğün hem içeride hem dışarıda açık terör uygulamalarını son raddede arttırmasına sebep olmaktadır. İçeride işçi sınıfın ve ezilenlerin hiç bir demokratik kazanımı tanınmamaktadır. En ufak çıkan bir ses hemen bastırılmakta, her türlü muhalefete karşı amansızca saldırılmaktadır. Ancak dikkat çeken konu şudur ki, son iki sene içerisinde yapılmak istenen tüm grevleri “güvenlik” gerekçeyleriyle lokavt eden, sınıf ile hiç bir anlaşmaya yanaşmayan iktidar gücü, son yapılmak istenen metal grevini, işçi sınıfı ile anlaşmaya giderek onların taleplerini bir yönüyle kabul etmiş bulunmaktadır. Özellikle son yaşanan işgal girişimi ile içeride daha da derinleşen kriz içerisinde, bir kırılma yaşanmasından korkan iktidar gücü, açıkca devi uyandırmaktan çekinmiştir. Burada anlaşılması gereken işçi sınıfının faşizm içerisinde yaratacağı dağıtıcı etkinin iktidar gücünün de farkındalığında olduğudur. Ayrıca dışarıda Afrin’e ve Kuzey Suriye bölgesine yönelik başlatılan işgal girişimi, buna bağlı olarak içeride Tabipler Birliği gibi ilerici kesimlere yönelik “savaş karşıtlığı” üzerinden yöneltilen baskılar, iktidar gücünün emperyalistlerle ve kendi içerisinde yaşadığı çelişkilerden, artan kriz süreçlerinden nasıl korktuğunu göstermektedir. Ancak bu durumda iç etkenlerin yetersizliği, başta bahsettiğimiz üzere bizlerin önünde bir sorun olarak durmaktadır.   Bu etkenler yapısal biçimlenişin nasıl olması gerektiği cevabını bize sunmaktadırlar.

Yapısal Biçimleniş: Yapısal biçimleniş, maddi koşulların bize dayattığı şartların sonucunda yaratılacak örgüt aksiyomunun alacağı şeklin bütünüdür. Bu biçimlenişin genel karakterini, strateji tartışmasına değin yürütülen ana eğilimin kendisi belirler. Genel karakterin takınacağı tutum, ana eğilim tartışmasının içeriğini netleştirmemiz ile gün yüzüne çıkacaktır. Ana eğilim işçi sınıfının devrimci rolüne bakış açısı ile ilgilidir. Sosyalist hareket yapısal biçimleniş sorununu, anakronik bir bakış açısıyla ele alarak, Bolşeviklerin yürüttüğü yapı tartışmasını dar bir tekniki sorun olarak ortaya koymaktadır. Ancak Lenin’in hem Narodnikler ile hemde Menşevikler ile yürüttüğü tartışmanın kaynağı, işçi sınıfının devrimci rolüne bakış açışıdır. Lenin otokrasi ve çarlığa karşı yürütülen mücadelede işçi sınıfının devrimci rolünü temel bir mesele olarak ele alıp, kendi devrimci programını bu şekilde ortaya çıkarmıştır. Leninist örgüt kadro yapısı, disiplini, merkeziyetçiliği vb. yapısal konularda ki biçimlenişini bir takım aydının isteklerine göre değil, içerisinden doğduğu sınıfın karakterine uygun olarak örgütler. İşçi sınıfının  kapitalist üretim ilişkilerin de ki genel rölünün yanı sıra, güncel siyasal durumda ki rolüde derinleştirilmelidir. Maddi koşullara dair etkenleri ve yapısal biçimleniş sorununu tarifleme şeklimize dair eğer bir tartışma söz konusu değilse, sınıfa dair bakış açımızın nasıl olması gerektiği de apaçık ortadır.  Bu bakış açısı partiye bir proleterya partisi olarak yapısal biçimini verecektir.

Özellikle reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte sosyalist hareketin içerisinde yürütülen  “işçi sınıfının devrimci rolüne” ilişkin tartışmalar bu konuda teorik bir keşmekeşe yol açmıştır. Bu keşmekeş dünde kalmamış, günümüzde halen açık yada örtülü bir biçimde etkisini hissettirmektedir. Bu keşmekeşe sebep olan iki tip eğilim mevcuttur. Bunlardan birisi popülist eğilimken diğeri ise liberal eğilimdir. Popülist eğilim, sözde “halkçı” bir terminoloji ile “direniş” nutukları çekerken, sınıf mücadelesini basit bir hak arayışından öteye götürmemektedir. Sınıf mücadelesine dair bu yaklaşımını genele mal etmekte, faşizme karşı mücadeleyi indirgemeci-protestocu bir tarzdan ileriye taşımamaktadır. Liberal kesimin bir tarafının tutumu açıktır. Ancak önemli olan örtülü liberallerin tutumunu deşifre etmektir.

Bu gizli liberaller, işçi sınıfının devrimci rolünü tartışmaktan hem kaçınır, hemde işçi sınıfını genel bir toplumsal muhalet unsuru olarak ele alır. Örgütün kendisini proleterya partisi olarak planlamak yerine, tüm geniş halk kitlelerinin” içerisinde buluştuğu bir platform olarak planlar. Yürüttüğü örgüt tartışmaları teknik boyutla sınırlandırılmış soyut tartışmalardan başka bir şey değildir. Eğer yapısal biçimleniş tartışmasını yürüteceksek, maddi koşullardan doğru gelişen zemini doğru kurmamız gerekmektedir. Aksi durumda, yanlış bir zeminde doğru bir tartışmanın yürütülmesi beklenemez. Yanlış olan zeminin kurucuları, Marksizmi bir entellektüel gevezelik konusu haline getirip, Leninizmi’de tarihin bir anında gerçekleşen nostaljik bir anı olarak ele almaktadır. Marksizmi devrimci eylemin kılavuzu, Leninizmi’de insanlığın kurtuluşun da bir ısrar olarak tarih perdesine tekrardan çıkarmak Komünarlar’ın asli görevidir.

 Bu asli görev, yer yer belirttiğimiz üzere, kurulacak zeminde bir proleterya partisinin yeniden inşaa edilmesidir. Ancak tespitini yaptığımız üzere proleterya partisi, faşizmin  siyasal karakterini analiz etmeden hiç bir başarıya ulaşamaz. Bu analiz belli hatlarıyla mevcuttur (bkz. Ulaş Bayraktaroğlu, AKP-IŞİD Faşizmine Karşı Mücadele Kılavuzu). Ama konunun muhtevasından kaynaklı daha derinleştirilmesi gereken konu faşizmin işçi sınıfı üzerinde ki genel tutumudur. Uygulanacak yöntem ve oluşacak olan taktik hat, bu analize uygun olarak bir içerik kazanacaktır.

 Faşizmin kalıcılaşma süreçlerinde “sınıf işbirliği” faktörü örgütlenirken, proleteryanın burada aldığı asli konum büyük önem arz etmektedir. Faşizmin kalıcılaşmasının en önemli şartlarından birisi, sınıf savaşımının taraflarını, atipik bir biçimde, siyasal anlamda etkisiz kılabilmesidir. Sınıf savaşımının var olan siyasal bunalım ile birlikte gelişmeye devam ettiği durumlarda faşizm doğası gereği kendi statükosunu koruyamaz hale gelir. Poulantszas bu bunalım konjonktürü hakkında şöyle diyordu;

 “Bir olağanüstü devlet biçimine yol açabilecek siyasal bu
nalım, temel olarak, sınıf savaşı alanının özel nitelikleri olan «top
lumsal ilişkilerden» ortaya çıkar. Yine de bu siyasal bunalım
kurumsal yapıda derin çatlaklarla birlikte gelir. Yani devlet ay
gıtları, aynen devrimci durumda olduğu gibi, bu görüş açısı için
de, devlet otoritesinin özgül çizgisi olan «ikili iktidarla» nitelen
mektedir: olağanüstü devlet başka etmenlerin yanında, bu çat
laklara da verilen cevaptır.

(Nicos Poulantzas, Faşizm ve Diktatörlük) “

O zaman görülmesi gerekmektedir ki sınıf savaşımı ve bir siyasal bunalım konjonktüründe iktidara gelen, derinleşen çatlaklara karşı verilen bir cevap olan faşizm yine böyle bir konjontürün ezilenler lehine örgütlenmesi ile iktidardan gidecektir.  Öyleyse burada siyasal olarak geliştirilmesi gereken tutum, işçi sınıfının fiili ve ideolojik öncülüğünde teşkil edilecek bir anti-faşist cephenin inşasıdır. Toplumsal muhalefet, sınıf savaşımı tarafından ideolojik olarak kuşatılır ve fiili olarak onun içerisinde eritilirse, var olan çatlaklar amansız bir taarruz ile derinleştirilebilir. Yeni bir devrimci atılımın hedeflediği yapısal biçimleniş de buna uygun olmalıdır. Yeni dönemin görevlerini kısmi olarak maddelendirmek gerekirse;

  1. Parti, proleterya ideolojisinin gerekliliklerine uygun olarak kendisini yeniden örgütlemelidir. Tüm işleyişi bir işçi sınıfı partisinin momentlerine uygun inşa edilmelidir. Bu temel de güçlü ve derinlemesine bir program ortaya konmalı o program etrafında bir merkezi hakimiyet kabiliyeti kazanılmalıdır. Kolektif ve organlı çalışma, buradan doğru gelişecek bir demokratik merkeziyetçiliğin çift yönlü hakimiyeti, sarsılmaz parti disiplini, güçlü bir kadro yapısı böyle tesis edilecektir.
  2. Parti, işçi sınıfının içerisinde fiili olarak örgütlenebileceği kanalları oluşturmalıdır. Bugün itibariyle belki fabrika-fabrika kurulacak hücrelerden ziyade işçi sınıfının içerisine nüfus edilebilecek alanlara yönelinebilir. Sınıfın yoğun yaşadığı yerleşim alanları üzerinde yürütülecek konsey çalışmaları, güncel durumlarda bu faaliyetin ana gövdesini oluşturacaktır. Sınıfın gündelik yaşamında karşılaştığı tüm saldırılar, parti tarafından tüm zor yöntemleri kullanılarak bertaraf edilmelidir.
  3. Bu konu üzerinde mahalli çalışmalara, güçlü bir kadro kaynağı ve devrimci dinamik adına gençlik çalışmasına ve hepsinin yanı sıra sistemin tüm ana hatlarını sarsacak olan Kadın Özgürlük Mücadelesine ayrı ayrı önem biçilmelidir. Bu alanlar parti tarafından sınıf savaşımının içerisinde, onun doğrudan unsurları olarak (Kadın Özgürlük Mücadelesi’nin kendine ait özgünlükleri göz ardı edilmeksizin…) ele alınmalıdır.
  4. Bu faaliyet tarzıyla siyasallaştıralacak olan sınıf mücadelesi, toplumsal muhalefettede ki tüm anti-faşist saflaşmalar ele alınarak, onları kendi içerisinde eritebilecek bir öncülük bilinciyle donatılmalıdır. Devrimci eylem ile toplumsal muhalefetin önü açılmalı, kitleler ile kurulacak köprü oluşturulmalıdır.
  5. İşçi sınıfının fiili ve ideolojik öncülüğünü yapacağı anti-faşist cepheler memleketin dört bir yanında inşa edilmelidir. Devrimci Direniş Birlikleri, bu anti-faşist mücadele cephelerinin adresidir. Bu birlikler en geniş ilerici ve anti-faşist kesimleri kapsamalı, faşizme karşı silahlı direnişi tüm hatlarıyla örgütlemelidir.  Tüm devrimci güçler bu yönde seferber olmalıdır.

AKP-MHP faşizmi, yeni gelişen siyasal süreçte, varolan tüm direniş odaklarına amansız bir şekilde saldırmaktadır. Yüzlerce siyasinin “savaş karşıtlığı” üzerinden gözaltına alınması, yine aynı sebepten Tabibler Birliği’ne karşı yürütülen kampanya  vb. ile geliştirilmeye çalışılan tüm direniş odakları bozguna uğratılmaktadır. Her bozguna uğratılan direniş odağının sistematik propagandası yapılmakta, kitlelerin potansiyel gücü bir korku politikası ile yok edilmeye çalışılmaktadır. Devrimci güçlerin gelişen bu sürecin merkezinde konum alması, bu kuşatmanın dağıtılmasının tek yegane yoludur. Var olan tüm direniş odaklarını taarruza geçirilmesi ve yenilerinin yaratılması bir ön koşuldur. Bunun içinde bir öncülük bilinciyle, birleşik bir mücadele senkronizasyonunu teşkil edilmesi gerekmektedir.

Türkiye Sosyalist Hareketin de, saflar netleşmekte, her yapı kendi konumunu belirlemektedir. Bazıları adeta geçmişten dem vuran bir şekilde kendi sağından medet ummakta, özgüçlerine olan güvenlerini yitirmiş durumdadır. CHP ve HDP siyaseti üzerinden bir anti-faşist mücadelenin geçerli olabileceği yanılgısına kapılmışlardır. Bu siyasetlerin içerisinde ki anti-faşist odaklara değmeye çalışmak ayrı bir şey, onların politikalarına hapsolmak ayrı bir şeydir. Bazıları ise birleşik mücadele senkronizasyonunu bozuma uğratmakta, kendi küçük-burjuva statükosunu koruma arzusundadır. Her türlü birleşik mücadele girişimine karşı tutundukları soyut ve üstenci yaklaşımlarla, devrimci savaş mevzilerinin örgütlenmesi konusunda ki yürütülmesi gereken reel tartışmayı baltalamaya çalışmaktadırlar.

Bu tartışmanın yürütülmesi meselesi, devrimci bir program, hatta devrimci bir eylem meselesidir. Son kertede kimin mücadele saflarında kalacağına dair bir turnusol kağıdı işlevi görmektedir. Bizim açımızdan bu devrimci programın, işçi sınıfının devrimci rolü ele alınarak bir öncülük yöntemini (kesintisiz devrimci taarruz) içermesi gerekmektedir. Aynı zamanda faşizm koşullarında, bu yöntemin içeriğini silahla doldurmayan bir partinin kendini bu siyasal süreçte hiç bir şekilde var edemeyeceğinide belirtmek gerekir.  Böyle bir bütünlükte, Devrimci Direniş Birlikleri’nde buluşacak olan devrimci, anti-faşist, ilerici muhalefet kesimleri, iktidar gücüne karşı etkili bir savaşım verebilirler. Bugün itibariyle, içeride ve dışarıda yürütülen tüm faşist açık terör saldırılarına karşı tüm direniş odakları silahlandırılmalıdır. Afrin ve Kuzey Suriye bölgesine yöneltilen işgal girişimi tüm dinamikleriyle kitlelere teşhir edilmeli savaşa karşı savaş sloganı tekrardan yükseltilmelidir. Lenin’in ilk paylaşım savaşı sırasında söyledikleri hala geçerliliğini korumaktadır;

“Yığınların barıştan yana duyguları, çoğu zaman, bir
protestonun başlangıcını, savaşın gerici nitelğine karşı kız·
gınlığı ve yığınların bu niteliğin bilincine vadıklarını ifade eder. Bu duygudan yararlanmak, sosyal-demokratların
görevidir. Bu anlamdaki her harekete, her gösteriye bütün
güçleriyle katılacaklar, ama devrimci bi harekete geçilme·
den, toprak ilhakları olmadan, uluslar tahakküm edilmeksizin, yağmasız, şimdiki hükümetler ile egemen sınıflar arasında yeni yeni savaşların tohumları atılmaksızın, barışın
mümkün olabileceğini söyleyerek halkı kandırmayacaklardır.
Halkın bu şekilde aldatılması hasım hükümetlerin gizli politikalarına hizmet etmek ve karşı-devrimci planla
rını kolaylaştırmak demektir. Sürekli ve demokratik banş
isteyen herkes, hükümetler ile burjuvaziye karşı, bir iç savaştan yana olmak zorundadır.

(Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları)”

 O halde Türkiye’de ki tüm devrimci güçler, Devrimci Direniş Birlikleri saflarında bir araya gelmeli, silahlı anti-faşist direnişi tüm dinamikleriyle birlikte örgütlemelidirler. Yeni devrimci atılım döneminin ilk görevi, güçlü bir işçi sınıfı partisinin öncülüğünde, tüm toplumsal muhalefeti içerisine alacak silahlı bir anti-faşist devrimci direnişi başlatmaktır.

Afrin’de işgale, Türkiye’de faşizme karşı, devrimci direniş için İLERİ!

M.Börklüce Efe

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız