Gülüşleri öfkedendir – Ali Okutan

1808

1936’da İspanya faşizminin Franco liderliğinde başlattığı ayaklanma her şeyin başlangıcı niteliğindedir. Enternasyonal dayanışmanın ilk örneğinin bu anda başladığı söylenir. Barcelona’da yapılacak olan “halk olimpiyatları” için bir otelde kalan İtalyan atletler, silah seslerini duyduklarında hemen çevrelerine sorarlar, faşistlerin ayaklandığını öğrenirler ve bunu öğrendiklerinde halk komitelerinde alırlar soluğu. Kuşandıkları silahları ile siperlere koşarlar. İlk dönem böyle bireysel katılımlar olur, ardından üç kadının yer aldığı 11 kişilik Alman grubu, daha sonra 15 Fransız ve 3 İngiliz’den oluşan yeni gruplar yerini alır. Kendi imkânları ile gittikleri direniş mevzilerinde tıpkı Suriye iç savaşında olduğu gibidirler aslında. Suphi Nejat, Kader Ortakaya gibi komünist neferler kendi imkânlarıyla gittikleri Kobani’de halk komitelerinde yerlerini almışlardır. IŞİD canilerine karşı İspanya iç savaşında İtalyan atletler bireysel katılımlarıyla nasıl ki dünyadaki diğer devrimcilere ışık olduysa, bizimkiler de kendi ülkesindeki enternasyonalist devrimcilere ışık olurlar. Ardından Bedrettinler, Azizler, Saryalar, Özgeler, Eylemler ve niceleri koşarlar bu ışığa. Onlarca insanın emek, ter ve kanıyla yarattığı bu muazzam örnek tarihseldir. Saydığım isimler ve niceleri Türkiyeli devrimcilerin yüzlerinin akıdır deyim yerindeyse, enternasyonal dayanışma mirasını devralmışlardır. 17 Ekim 1936’da Stalin mektubunda “İspanya’nın kurtuluşunun sadece İspanyolların sorunu olmadığını” vurgulayarak belirtir ve enternasyonal dayanışmaya katkı daha da artar. Aziz ve Bedrettin de Kobani’ye vardıklarında yerlerini aldıkları direniş mevzilerinden seslenirler “Kobani’de IŞİD barbarları sadece Kürtlere saldırmıyor, insanlığa ait ne değer varsa hepsine saldırıyor” diyerek.

Hüseyin Cem ve Görkem’de bu seslenişe pratikleri ile cevap verenlerden sadece ‘bazılarıdır’. Hüseyin Cem de Görkem’de henüz lise yıllarındayken tanışlar devrimci mücadele ile. Görkem her zaman mütevazı kişiliğiyle bilinir. Yoldaşlığın ne anlama geldiğini sürekli yaptıklarıyla ve ilkeli duruşuyla hissettirirdi çevresindekilere. Yaşamında en ufak rekabetten dahi uzak durur her daim dayanışmanın var olması gerektiğini anlatırdı. Konuştuğu gibi yaşamasını bilenlerdendi. Adana’da bir akşam vakti Bedrettin’le beraber okul çıkışında buluşmuştuk kendisi ile. Yanındaki yeni örgütlenmiş bir diğer yoldaşla beraber dördümüz, nedenini hatırlamıyorum ama, çok uzun bir yürüyüş gerçekleştirdik.

Heyecanlı heyecanlı okuldaki çalışmalardan bahsediyordu bizlere. Başka okullara sıçrama hedefliyorlardı. Sanki on yıllarca mücadelenin içerisindeymiş gibi bir edası vardı. Adana’da lise çalışması diğer illere nazaran daha zor ilerliyordu. Arkadaşlar da bunları kendilerine dert ediyorlardı. Büyük bir çaba vardı o yüzden. Görkem ve diğer yoldaştan ayrıldıktan sonra Bedrettin görkem arkadaş için “Şu Adana’da sonunda doğru ve dürüst insanlara denk geldik daha ölsem de gam yemem diye” söylenmişti. Mutluluğunu ses tonundan anlamıştım ve bu lafın ardından epey gülmüştük.

Hüseyin Cem ise, eğitim sistemindeki adaletsizliğe karşı diğer lise örgütleri ile birlikte yapacağımız ortak basın açıklamasının haberini duyunca eylemin yapılacağı adrese saatler öncesinden gelip beklemiş. Saatler öncesinden dağıttığımız bildirileri görünce başka bir örgütten arkadaşa gidip “Ben de Dev-Lis’li olmak istiyorum” dediğinde arkadaşlar da benimle tanıştırdılar. Ayaküstü yaptığımız kısa sohbetten sonra büroya götürdüm kendisini. Yol boyu kendisinin de bildiri dağıtımına katılmak istediğini belirtmişti. Büroya tekrar döndüğümde arkadaşlarla neden Dev-Lis’e katılmak istediği yönünde sohbet ediyordu. Okuduğu lisede faşistlerin örgütlü olduğu ve onları alt etmek için örgütlenmek istediğini anlatıyordu. Biraz naifti biraz da gülümsüyordu. Faşizme olan öfkesini yoldaşlarına gülümseyerek perdeliyordu sanki. Yaklaşık bir yıl boyunca neredeyse her gün karşılaştık, buluştuk. Yoldaşça vakit geçirdik. Ben, Bedrettin ve diğer bir arkadaşımla 2012 yılı 1 Mayıs’ından bir gün sonra tutuklandım. Tahliye günümün 20 Aralık olmasından dolayı hatırlıyorum, ertesi gün çarşıda tek başına yürüyordu. Seslendim kendisine ve beni görür görmez öyle bir sarıldı, hasretle kucakladı ki hala kemiklerimde hissediyorum o maneviyat duygusunu. Birbirini kaybeden iki kardeşin yıllar sonra tesadüfen birbirlerini bulduklarındaki sarılmaları gibi. Günler ve aylar geçti. Sanırım 2013 1 Mayıs’ıydı, devrimciler Tarlabaşı’ndan Taksim’e çıkmaya çalışıyorlardı. Dilan adında bir genç kadının kafasına polis biber gazi ile hedef almıştı. Kafasından akan oluk oluk kanın görüntülerini medyada paylaşılmıştı. Hep birlikte büroda izlemiştik görüntüleri, herkesin gözleri öfkeyle dolmuştu. Toplanmaya, insanları çağırmaya, basın açıklaması ile polisin şiddetini kınamaya vakit yoktu. Acilen bir şeyler yapılması gerekiyordu. Yaklaşık 15 kişiyle bürodan çıktık Mersin’in en işlek caddesi olan İstiklal Caddesi’ni trafiğe kapattık. Burada Heval Yeşilgöz yoldaşın ajitasyonları ile yaptığımız eylemin nedenini halka ve basına anlatmaya çalışıyorduk. Çift yönlü kapattığımız yolun bir tarafında Hüseyin Cem ve başka bir kalıplı arkadaş vardı. Şans eseri önünü kestiği araçta sivil polisler varmış ve Hüseyin Cem’e “Yolu aç ben polisim” demesi ile adeta damarına basmıştı. Elindeki bayrak sopasıyla eylem bitene kadar aracın kaputunu dövmüş ve polislerin geçmesine izin vermemişti. 30-40 dakika süren eylem, Hüseyin Cem’i gözaltı aracına almalarıyla son buldu. Direnişine karşılık on çevik kuvvet polisi kendisi ile baş edemeyince, ters kelepçe yapıp gözaltı arabasında onu darp etmeye başladıklarında hepimiz yeniden ayaklanmıştık. “Katil şerefsizler” deyip geri adım atmıyor, gerçekleri yüzlerine vuruyorduk. Bizim hep birlikte duruşumuz, Hüseyin Cem’i sakinleştirmemiz ve Çevik Amirinin oraya gelmesi ile son bulmuştu polis saldırısı. Herkesin “Hüseyin Cem iyi misin?” sorusuna “Gözlüğümü düşürdüm, göremiyorum ama iyiyim” diyordu gülümseyerek. Yani anlayacağınız, yine gözü kapalı bir kavgaya girmiş ve o anda dahi arkadaşlarına gülmesini biliyordu.

İşte böyleydi bizimkiler…

Günde 1 saat havalandırmaya çıkarıldığım 11 günlük hücre ‘cezasını’ çekerken 11 Mart günü diğer devrimci tutsakların hücrenin havalandırmasına attıkları Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi’nin yedinci sayfasında gördüm. Çukurova’nın yiğitleri Görkem ve Hüseyin Cem, Çağın Direnişi’nde toprağa düşmüştü. Resimlerini gördüğümde adımlarım durdu, onları tanıyan herkes gibi “Hadi be!” diyerek ilk tepkimi verdim, hemen anıları canlandı gözümde.

Devrim mücadelesine kattıkları emekleri, mücadeleye olan azimleri, fedakârlıkları, yoldaşlığa olan bağlılıkları, ilk tanışma anımız, her şey her şeyi hatırlattı. Anlaşılan o ki Hüseyin Cem de Görkem de yüreği insanlıktan yana olan herkes gibi bir şeyler yapmak istemiş, mücadeleye başladıkları ilk heyecanları gibi gitmişler Afrin’e. IŞİD canilerinin türevi olan ÖSO ve ortaklarına karşı direnmiş, bugün insanlık değerlerine karşı sınır tanımayanlara karşı mücadeleyi tercih etmişlerdi. Tarih zulmedenlerin değil direnenlerin zaferini yazıyor. Zafer çoktan Hüseyin Cemlerin, Görkemlerin ve canı pahasına direnen halklarındır.

İspanya halklarının yanında faşizme karşı direnen dünya devrimcileri, enternasyonal dayanışma mirasını bizlere bıraktılar. O mirasa, gülüşleri ile öfkesini harmanlayan yiğitlere selam olsun! Anıları bizimle olsun.

Ali Okutan – 11 Mart 2018 / Kürkçüler Zindanı

Kaynak: Umut Gazetesi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız