Hapsedildiğimiz Camdan Kafesleri de Hücreleri de Parçalayacağız! – KBDH

1166

Kadın ve onun binlerce yıldır yamalı yazgısı olarak yakasına yapışmış tecriti kavrayabilmek, bugün nasıl vukuu bulduğunu anlayabilmek için tecriti tanımlamak gerekir. Sosyolojik, piskolojik ya da erkek egemen örgütlü bir şiddet biçimi ve dahası olarak… pek çok kategorizasyonda kendine yer bulacak tecrit durumu ya da uygulaması temelde insanın yaşamla kurduğu bağı bir bütün olarak, kökleriyle yok etmeyi hedef alır. İnsanın kendini gerçekleştirdirdiği toplumu komünalite zeminine taşıyacak sinirlerin birbiriyle bağlantılarını kesmesi; yaşamın yeşilinden felsefi olarak soyutlama, bedenen yalıtma ve siyasi, iktisadi olarak aklın ve emeğin tutsaklaştırılması diyebiliriz buna. Yani daha net ifade etmek gerekirse, varlıkla yokluk arasında cereyan eden bu saldırının ana nedeni özgür insanın oluş sürecinin tamamlanmaması üzerinedir. Özellikle sınıflı toplumlara geçiş ve sömürü düzeninin devamlılığı açısından kaçınılmaz bir yöntem olarak, çok daha sistemli hale gelmiştir.  Kapitalizm bu iş için “profesyonel adamlarını” yaratmıştır. Zor ve baskı aygıtlarıyla çok daha görünür hale gelen tecrit,  burjuva faşist suç-ceza mantığıyla birlikte, hapishaneler aracılığıyla, sistemli bir işkence metoduna dönüşmüştür.

Kadının özgürleşmesinin,  bütünüyle insanın özgürleşmesi, insanlığın özgürleşmesi meselesiyle derin bir bağı vardır. O halde bugün bölgemizde çok daha büyük dalgalanmaların mayasını oluşturma potansiyelindeki momentleri, bıçak gibi kesen yahut onu kuşatan tecrit yöntemlerini kadın merkezli kavramak çok yerinde olacaktır. Buradaki anlatımızın temel bağlamını oluşturacak olan “ tecrit ve kadın” arasındaki ilişkinin anlaşılması için sermayenin toplumsal hareketini incelemek, kuşkusuz tecridin kapitalist sömürüyü nasıl beslediğini ve ondan nasıl beslendiğini  görmeyi kolaylaştıracaktır. Elbette salt sermeyenin toplumsal hareketini incelemek bütüncül bir bakışı yakalamamıza yetmeyecektir. Biz hafızalarımızı zorlayarak sermaye hareketinin de bir adım ötesinde tarihsel-diyalektik bir  kavrayışı hedeflemeliyiz.

Cins ve sınıf bilincinin bileşkesinden geçmiş bir süzgeç; işte bu tecrite karşı mücadelemizin  anahtarı olacak. Komünalitenin kurucu dinamiği kadına her gün rezilce bir yaşam dayatılmaktadır. Buna yaşamak denirse! Bu kapsamda, şimdi bu toplumun tüm hücrelerine sinmiş eşitsizliklerin sonucu sistemlileşen kategorileri açarak tecriti kırmaya dair hasbıhal edelim. Hasbıhal etmekle de kalmayalım, zira bugün içeride-dışarıda tecridin kırılması, bölgemizde özgürlükler noktasında ciddi bir özgürleşme dinamiğini teşkil etmektedir.

Yine kuşkusuz bu kategoriler o ünlü kutsal ailenin, devletin ve kapitalist sistemin/özel mülkiyetin devamlılığı ekseninde yürümektedir. Buraları ciddi kavramak gerekmektedir. Çünkü güncel ve gelecek komünal toplum ideali, kadına dayatılmış, kadını cenderesine alacak her türden tecridin reddi, ona karşı mücadeleyle, bir bütün olarak insanın özgürleşmesiyle hayat bulacaktır.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli tecridin boyutu

Doğrudan kadın olmakla ya da erkek olmakla ilgili belli şanslar ya da şansızlıklar ortamında doğuveriririz. Sonrası elbette ilk cümledeki gibi bir “öyle işte” havasında gelişmedi, gelişmiyor. Toplumsal cinsiyet farklılıkları, toplumsal eşitsizlikler için temel teşkil etmeyi sürdürmektedir. Özel alandan kamusal alana, tanımlı tanımsız, görünen görünmeyen bir toplumsal işbölümü dayatması altında öğretilen, olagelen yahut olması gereken münasip davranışı sergilemek, toplumun temel kurumu kutsal ailenin yeniden üretimi için vazgeçilmezdir. Patriyarkanın ve kapitalist toplumun sosyal-kültürel-siyasal kodları kadınların üstüne işlenmek sureti ile camdan kafeslerle örülüyor hayat. Tecridin bin bir türlü hali, kadının hapsedildiği aile kurumunda -dört duvar arasında-, akademide öğrenci yurtlarında, otobüslerde, faşizmin mapushanelerinde, fabrikalarda en ağır koşullar altında sürüyor. Kadınların zirve yapmış bu tecrite karşı kimi yerde cılız, kimi yerde çığlık çığlığa ses verdiğini görmemek, duymamak bizim açımızdan özgürlükler sorununa yaklaşımda sorunlu bir çıkışa sebep olurdu herhalde.

Bu anlamda güncelin zorunlu etkisiyle, belli özgürlük talepleri çerçevesinde bugün sesimize ses, soluğumuza soluk katan Leyla Güven’in, içeride ölüm orucuna yatan kadın devrimcilerin ve sayıları binleri bulan açlık grevcilerin direnişi, tecritin bugün salt mapushanelerde cisimleşmiş halinden çok daha ileri bir özgürlük istemine karşılık gelmektedir. Bu, dar anlamda bir hapishane gündemi ve Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrite karşı mücadele olarak ele alınamaz. Sivri ucunu İmralı tecrit sistemine karşıtlık oluştursa da, bu aslında, içeride-dışarıda tüm hücreleri parçalama ve faşizmi yıkma mücadelesidir.

Baba evinden ilk çıkış, yanlız kadın olmak, kapitalizmin kan-ter atölyelerinde sayısız mobbingle birlikte emek sömürüsü altında elleri nasır bağlamak, bir de şimdi faşizmle katmerlenen cins kıyımlarının gölgesinde siyaset yapmak… Hele de kadınsan, Kürtsen… Bu anlamda Leyla Güven’in öncülük ettiği direniş, geçmiş bugün ve  gelecek ilişkisi içinde yanlızca faşizmin dört duvarına bir reddiye olmakla kalmamış; “ben varım, biz varız” demiştir. Bu varlık savaşının aynı zamanda bölge ezilen halklarının özgürlüklerinin kilit noktasında olması nedeniyle, Kürdistan ve bölge kadınlarının bu özgürlük savaşına katılmasında öncüleşerek örnek olmuştur.

Yaşamı uğrana ölecek kadar çok sevenlerin yoldaşı olma söylemiyle buluşan Leyla Güven’in direnişi ciddi bir örgütlülüğe çağrıdır. Özgürlüğe doğru sürekli, istikrarlı, kararlı ve iradeli bir devrimciliği esas alması bakımından ciddi öğreticidir. Bu eylem, kadınlar harekete geçtiğinde neler olabileceğini bir kez daha göstermiştir.

Buradan hareketle verili tüm kadınlık rollerinden istifa etmeliyiz ki tecritten çıkıp birazcık nefes almanın tadına varalım. Tek nefeslik bir iç çekmenin faydası yoktur. Sınırlarımızı parçaladığımızda, zincirlerimizi kırdığımızda irade ve kararlılıkla kazanacağımız bir dünya var!

Kapitalist devletin devamlılığı açısından üretilen kadın odaklı tecrit politikaları

Kapitalizm cinsiyetli bir sistemdir. Şu veriye de sahibiz sermayenin küresel çapta organizasyonu bir dizi çelişkiyle beraber sistemini sürdürme noktasında sorunlar yaşamaktadır. Bunların büyük çoğunluğunu totaliter ve tekçi yapılanmalarla çözme eğilimindedir.

Kadın emeği, kriz dönemlerinde hanelerin ayakta kalma stratejisi  olarak görülmektedir. Bunun sonucunda sermaye ve ataerki, kadınların emekleri ve bedenleri üzerindeki tahakkümünü  güçlendirmektedir. Geniş yığınlar için açlık ve yoksulluk demek olan bu süreç, kadınlara uygulanan tecridin sınırlarını kerte kerte genişlettiği bir süreç olarak şekillenmektedir. Geniş yığınların işsizliği denilince kadının üretim alanından uzaklaştırılması ilk seçenek oluyor.

Kriz sürecinde, kutsal ailenin derlenip toplanmasında kıt kanaat geçinme durumunun yönetimi, çocukların ve işçi eşin bakımı, işsiz eşin hırpalanmış iktidarının onarımı için kadının bir bütün seferberliği dayatılıyor. Daha fazla çocuk yapılması -zira bölgemiz açısından her çocuk rızkıyla doğar!-, bu sistemde kadının emeğin üretimi ve yeniden üretimine bağlanmış yazgısını katmerlendirmektedir. Krizin aşılması için hali hazırda kültürel kodlarıyla programlanmış şekilde, kadının kamusal alandan izolasyonu çerçevesinde, aile paketleriyle münasip anne-abla-kadın modelleri geliştirilmektedir. Bu döngünün dışına çıkanı devlet destekli şiddet çemberi karşılıyor.

Tacizciler-tecavüzcüler, bu münasip kadın imgesi-aile tasavvurunu koruma maksadıyla, bizatihi yasalarla güvence altına alınıyor. Çocuk gelinler artıyor. Gün geçmiyor ki, krizin cinsiyetçi tedbirlerine ve onların sonuçlarına bir yenisi eklenmesin; devlet destekli cins kırımı derinleştirilmesin…

Tecrit-izolasyon politikalarından bahsedeceksek tam da bunları konuşmalıyız. Direnişten bahsedeceksek, her gün, her saat, her an tüm bu tecrit saldırılarına karşı oya işler gibi işlenen direnişi de görmeliyiz. Kadınlar her yerde, her alanda direnişte. Yeter ki bu direnişleri birbirine bağlayıp tek bir örgü haline getirebilelim.

İşgalci ve yayılmacı politikalar ve tecrit saldırısı

AKP-MHP faşizmi, dağda ve kentlerde siyasi-askeri operasyonlarla, baskı ve katliamlarla Bakur Kürdistanı’nda; sınır ötesi işgal operasyonları ve saldırılarla Başur Kürdistanı ve Rojava üzerinde tecrit ve imha konseptini hayata geçirmektedir. Türk-islam-ataerkil tekçi karakteriyle saldıran AKP-MHP faşizmi, bölgesel stratejisini, binlerce kadının hedefte olduğu cins kırımı politikalarıyla uygulamaktadır. İşgal, sömürü ve talan; katmerlenmiş şiddet ve tecavüz kültürünü getirir. Bunun dünyanın yarısını omuzlamış kadının özgürlük mücadelesi ile doğrudan bir alakası olduğunu ivedilikle anlamak gerek. Faşist devlete göre, “ganimet kadın”; bir kez ele geçirilmiş, tecavüz edilmiş ve köle pazarlarına çıkarılmışsa orası vatan toprağı olmuştur!  Rezilce ve onursuzca bir insanlıktan çıkma halidir bu. Ekin Wan’ın yerde öylece yatan çıplak bedeninin, panzerin arkasında sürüklenişini bir hatırlayınız. İşte faşizm bu denli aşağılıktır. İşgalci faşist devletin, Efrin’de katlettiği Barin Kobani’nin cansız bedenini teşhir edişi ve ölüm pornosunun konusu haline getirmesi tam da bu zihniyetin ürünüdür. Yine aynı işgal konseptinin ve zihniyetinin sürdürücüsü olan selefi çetelerince de kadın katliamları, toplu tecavüz saldırıları yapılmadı mı? Ezidi kadınlarını hatırlayın. Köle pazarlarında o pis sakallıların salyaları arasında zor seçebildiğimiz kadınlardı onlar.

Bebelerin süt paralarının mermiye gideceği ortamın üretiminin, hatta yeniden üretiminin kadınların omuzlarına nasıl yüklendiğini yukarıda açmaya çalışmıştık. Artan tek tipleşmenin boyutlarının her köşe başında bir namus bekçisi, kadın düşmanı yarattığını da biliyoruz. Son kertede önü alınmayan tecavüzcülerin hadım edilmesi önerileriyle kadın gündemleri derlenip dürülüp hasır altı edilmeye çalışılıyor faşist iktidarca. Bunu da biliyoruz…  Ama hadım kültürünü koşullayan  bu “Cahiliye Devri”nin en hafifinden sorgulanması bile, tecrit ve imha! Militarizmin bağrında “Her Türk asker doğar“ ya,  yeni işçilerin ve askerlerin üretim merkezinde -hane içinde- kadınlar can veriyor.

“Öldürürse bizi bu sessizlik öldürür “diyor tecriti kıranlardan biri; Leyla Güven!..

Bu tecrit başka tecrit. Tüm köşe başları tutulmuş iler-tutar yanı yok! Tüm uyuyan hücreler uyanmalı! Aile, devlet ve özel mülkiyet temelinde şekillenen kadının yaşamdan bir bütünen izolasyonuna karşı tecridin içeride dışarıda tümüyle kırılmasında kadının öncü rolünü bir kez daha vurgulamalıyız.

Cins kıyımı odaklı tecride karşı bir insanlık savunuculuğuna ihtiyaç var. Faşizmin kıskacında özgür insan-özgür toplum savunusunun peşine düşmekten; bunun ardınca talepleri sıralamaktan; en önemlisi örgütlenmekten ve de dişe diş, kana kan bir mücadeleyi örmekten başka çıkış gözükmüyor. Bu anlamda çıkışın startının, AKP- MHP faşizmine karşı direnişe en önde omuz veren kadınlarca verildiğinin tekrar tekrar altını çizebiliriz.

Her alanda ve yerde, doğrudan insanlığın özgürlük şafağının doğacağı komünizmin, komünalitenin kurucu dinamiği  olan kadınlar, kapitalizmin ve  patriyarkanın yarıklarını derinleştirerek; çelişkileri, yakıcılaşan özgürlük ihtiyacını görünür kılmak için kullanarak; özsavunma direnişlerini geliştirmelidir. Zira bugün faşizmle birlikte düzenin, kadınların canına kasteden katil ve tecavüzcüleri üretme kapasitesi artmıştır. Öz savunmanın ilk silahı elbetteki bulunduğumuz alanlardaki varlığımız olmalıdır. Bundandır ki; dik durmak, boyun eğmemek, insanlığı yaratan tarih yapıcı kadınlar açısından önemlidir. “Yok öyle yağma!”, diyebilmenin ağırlığı ve de sorumluluğuyla hareket edebilmeli, faşizme gönüllü feda dönemini kapatmalıyız.

Öz savunmanın diğer önemli silahı birlik ve örgütlülüktür. Kadınların birleşik devrim hareketidir. Buna odaklanacağız. “Flormar değil direniş güzelleştirir” diyen işçi kadınlarla, Kürdistan’da işgale karşı en önde savaşan, savaş mevzilerinde konumlanan gerilla  kadınların sınıf, cins ve ezilen ulus olmaktan kaynaklı derinleşen çelişkilerini buluşturarak ilerleyeceğiz. Bizi tecride mahkum eden bu sistemi yıkabilmek ancak kadınların devrimci enerjisini buluşturacak kanalları açmaktan geçiyor. Hergün hapishane önlerinde, kent meydanlarında çocuklarının direnişine ses olmak, ölümleri durdurmak isteyen beyaz tülbentli annelerimizin direnişlerini kucaklayarak “anne”lik rollerinden istifa edeceğiz. Öz savunmanın bugün, hemen her uzamda bir özgürlük savunusu olduğunu bilerek ilerleyeceğiz. Öz savunmayı bugün yaygınlaştırdığımız oranda savaşımız büyüyecek. Özerk örgütlenmelerimiz ve cüretimizle, yaşamın her alanında ve anında özsavunma direnişlerini geliştireceğiz. Yani diyeceğimiz o ki; mutfakta o tavada öylece duran kızgın yağ ile bize her gün zulmeden, şiddetin her türlüsünü reva görene kul olmayacak; sonraki yemeğe geçmeyecek, tavadaki o kızgın yağı silaha dönüştüreceğiz. Tüm bilinç ve örgütlülüğümüz, hanelerin dört duvarı arasına sıkışmış, patriyarkal kapitalist sistemin ve faşist devletinin ağır tecridi altındaki kadınlara bir ışık taşımak içindir. Özsavunma temel bir haktır. Yaşam hakkımızın savunusudur. Kadınların yaşamını gaspeden erkek egemen yapıyı, tekçi egemenlik biçiminin en rafine hali olan faşist devleti; bedenimiz, emeğimiz ve kimliğimiz üzerinde söz söyleme hakkını kendisinde bulan erkeği;  tecavüzcü eşi, sevgiliyi;  kadın düşmanı yasaları teşhir edecek ve özgür bir dünyanın ufkuna kement atmak için savaşacağız.

Sonuç yerine

Faşizmin saldırıları karşısında bulunduğumuz her alanda direnişi yükseltmeliyiz. Bu anlamıyla kadınların bulunduğu tüm mekanlar uyuyan hücrelerimizdir. Tüm bu hücrelerimizle en yakınımızdaki erkçi zihniyetle yüzleşecek ve mücadele edeceğiz. Bu dayatılmış ömürlük tecrit sonuna yaklaşmıştır. Değilse, bir bütün insanlığın, insanca yaşamın, sonu gelecektir. En uzak görünen hedefler için planlı ve sistemli bir organizasyonla buluşup öyle mücadele edeceğiz. Silahlarımızı çeşitlendirecek, mücadeleyi kademe kademe yükselteceğiz. En yakınımızdaki yol arkadaşlarımızdan, kadın iradesinden güç alacağız. Böyle hareket edeceğiz. Yalnızsak, teksek yine de susmayacak, durmayacağız; tarihte ilk taşı atandan başlarayak tüm özgürlük direnişçilerinin gücünü içimizde hissedecek ve kavgayı büyüteceğiz.  Mahalle mahalle, sokak sokak, kampus kampus, metropol metropol, dağ bayır, mapushane mapushane, hücre hücre köşe başlarını tutmuş bu sistemin tüm “adamları”nı teşhir ve imha edeceğiz. Faşizmi yıkma bilinci ve iradesini geliştirerek yürüyeceğiz!

Savaşarak yıldızlaşan hemcinslerimize selam olsun!..

Özgürlüğü ve Komün ruhunu yaratan, yaşatan Leylalara selam olsun!..

Kadınların Birleşik Devrim Hareketi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız