Faşizm, Rojava İşgali ve AKP’nin Yeniden Üretimi – Doğa Bakış

979

Rojava’da bir ağaç varsa kana bulanan   Özgürlüğün ağacıdır.                 Kalmışsa Rojava’da tek ağız,   Özgürlüğü haykırır.

 “Geçemeyecekler! Rojava Faşizme Mezar Olacak!” Şehrin havasında derinlerden gelen olağanüstü bir hareketlilik, koşuşturmaca, heyecan, korku ve umut hissediliyor. İnsanlığın bütün güzel değerlerini ve umutlarını inanç ve tohum yapanlar, bunların en azgın düşmanlarıyla savaşıyorlar. İnsanlığın aklı ve yüreği Rojava’da atıyor.

Faşist iktidarın, savaş ve işgal politikası

“Savaş devlet için hayati önemde bir olaydır; hayatın ve ölümün alanıdır bu; var kalmaya ya da yok oluşa götüren yoldur. Onu derinliğine incelemek zorunludur.” (Sun Tzu, Savaş Sanatı)

Kapitalist sermayenin azgın ve kanlı diktatörlüğü faşist rejim, bölgedeki ezilen ve sömürülen halkların özgürlük tohumuna, devrimine karşı bir işgal seferi başlatmıştır. Faşizmi Türkiye’de her anlamda tahkim etmek için, bütün olanaklarını seferber eden AKP-MHP faşist iktidarı, ülkedeki ekonomik, politik ve toplumsal krizi koşullarında her anlamda ve alanda hegemonyasını tesis ederek, düzen örgütleri ve kurumlarını da yanına alarak, faşizmi ve kendisini yeniden üretmeye çalışmaktadır. Yeniden üretimine ideolojisiyle, medyasıyla, söylevleriyle, şoven-militarist histeri halini yaratarak devam etmektedir. Peki, AKP için iktidar gücünün, hegemonyanın yeniden üretimi ne anlama geliyor ve neden önemli?

AKP-MHP faşizmi, çıkışsız bir kriz içerisinde. Hem ülke, hem de kendisi krizin içerisinde. Bu kriz basit bir kriz değil; sosyal, kültürel, politik ve iktisadi her alan ve düzeyde ülkeyi kasıp kavurmaktadır. Kitleler üzerindeki ideolojik hegemonyası ve politikalarının sarsılmaz gücü kırılmıştır. Türkiye kapitalizmin 2018-19 krizi, sermaye birikim rejiminin artık tıkanmanın ötesinde iflas noktasına geldiğinin ifadesidir. Bu, aynı zamanda ekonomik iflasla birlikte, mevcut faşist iktidar krizinin de derinleştiğinin işaretlerini vermektedir. AKP’nin tabanı daralmış, Erdoğan-AKP’nin irtifa kaybı daha bir belirginleşmiştir. Ekonomik krizin emekçi sınıflara fatura edilmesine dayanan ekonomi programının faşizmin toplumsal dayanaklarını çözücü etkisi, savaş ve işgal siyaseti eliyle kışkırtılan sosyal şovenizmle gemlenmek istenmektedir.

Erdoğan’ın her seferinde dile getirdiği savaş, kimilerinin değerlendirmesinde yer aldığı gibi bir akıl tutulması, şuursuzluk, delilik hali değil. İşgalin bir başka boyutu da sermaye ve devletinin içinde bulunduğu ekonomik-politik krizdir. Toplumsal bir ilişki olarak sermayenin yaşadığı krizin derinliği, emperyalist kapitalist sistemde yıkıcı yaratıcı bir süreç olarak işleyen savaşın içinde kendisini yeniden planlamak ve üretmek niyetindeler. Başta enerji ve inşaat olmak üzere borçlarını geri ödeyemez hale gelmiş olarak, batmış durumda olan şirketler için, Rojava’nın işgali bir velinimet. Bugün kapitalist sistemin krizinde sıkışıp kalmış, ne gelen ne giden bir akış içerisindeki burjuvazinin bir nefes almaya ihtiyacı var. Sermayenin fazlalıklarını dökeceği ve yenileneceği bir coğrafyaya ihtiyacı var. Ki şimdiden gerekli işgücü, kapsamı, malzemesi vs. tüm detaylarıyla birlikte Rojava’da kurulması planlanan TOKİ projelerinden bunu görüyoruz. AKP’nin temsilciliğini yaptığı sermaye grubunun ana gövdesini oluşturan inşaat sektörü için savaşla talan edilmiş, yıkılmış bir bölge bulunmaz fırsattır.

Krizde bulunan sermaye ve devleti tarafından Rojava, gerçekleştirilmesi planlanan kentsel konut ve altyapı üretiminin, sermaye birikiminde belirleyici bir rol oynayarak krizi bir süreliğine yumuşatıp nefes alabileceği bir çıkış coğrafyası olarak görülmektedir.

Burada, bir üretim kolu olarak inşaat sektöründen kentsel iktisat kavramına geçişte bir dizi kentsel siyasi dolayımı devreye girecektir. İnşaat faaliyetinin nesnesi, belli boyutlardaki bir alan iken, kentsel mekân tabir edilen şey çok katmanlı siyasi dolayımların bir tezahürüdür. TOKİ’lerle beraber bir sermaye dolaşımı ve birikiminin yanı sıra, AKP-MHP faşizmi aynı zamanda kendi ideolojik bilinci ve zihniyeti temelinde bir sömürge mekânları ve coğrafyası yaratmayı arzulamaktadır. Bu kentlerde gündelik yaşamdan hayatın akışına kadar kendisinin belirlediği, kendisinin örgütlediği ve örgütleyeceği bir odak, toplum yaratmak istemektedir. Bu politikalarla birlikte bu coğrafyada doğrudan kendi faşist DAİŞ zihniyetini kalıcılaştırmak için tohumlar serpiştirmek niyetindedir.

İşgalin diğer bir tarafı ‘Güvenli Bölge Planı’ olarak sunduğu planın özü özeti, onun ‘Rojava Devrimini ve Özgürlük Umudunu Yok Etme Planı’ olduğudur. Bu plan kapsamında İdlib’de sıkışmış olan binlerce DAİŞ ve El Nusracı çeteyi yerleştirebilmek için, burada yaşayan, bu devrime sahip çıkan ve mücadele eden Kürtleri, Arapları, Asurileri, Ermenileri… katliama tabi tutmak istemektedir. Faşist iktidar, bu işgalin neticesinde, bölgenin demografik yapısını değiştirecek ve yüzyıllardır faşist TC devletinin uyguladığı soykırımcı-asimilasyoncu politikalarını kendi zihniyeti temelinde gerçekleştirmeyi arzulamaktadır. Faşizmin bu saldırıları sıradan değildir, bölgede faşist eli kanlı bir “kemer” planı ve hattı örmek istemektedir. Bu zihniyetin doğrudan örgütleyicisi olacaktır. AKP-MHP faşizmi, bu topraklarda kendisinin desteklediği ve örgütlediği DAİŞ çetelerinin yenilgisinin intikamını almak istiyor. DAİŞ eliyle doğrudan gerçekleştirmek istediği Rojava devrimi ve halklarını boğma ve yok etme planının başta Kürt halkı olmak üzere bölge halklarının direnişi ile hezimete uğratılması, geleneksel Türk-İslamcı devlet yapısının kabul edemeyeceği bir durumdu. Gelişen bu devrim ve özgürlük mücadelesi, geleneksel Türk-İslamcı devlet yapısıyla doku uyuşmazlığını yaratmıştı. Cerablus’tan Efrîn’e, İdlib’e uzanan alanda koruduğu ve kullandığı çeteleri kendi emri altında birleştirdi ve bu eli kanlı katilleri, çeteleri Rojava devriminin kazanımlarını yok etmek için, işgal saldırısının mayın eşeği gibi sahaya sürdü.

İşgalin bir başka boyutu AKP-MHP faşizminin ideolojik hegemonyasının ve kitleler üzerindeki etkisinin sarsılması ve sönümlenmesidir. Ülkenin girdiği siyasal, toplumsal, sosyal, ekonomik kriz durumu ve yönetememe durumu kendini farklı düzlemlerde göstermiştir. En büyük göstergelerinden biri ‘beka’ seçimini kaybetmesi sonrası yaşadıklarıdır. Milliyetçi, şoven-militarist histeri halini yaratarak tüm düzen güçlerini bu faşist işgal ve savaş politikasıyla kendi arkasında hizalayıp seçim yenilgisiyle daha da artan üzerindeki basıncı ortadan kaldırmayı ve yumuşatmayı hedefliyor. ÖDP, EMEP, TKP gibi reformist çevreler ise “milli menfaatçi” kesilerek, Kürt halkını ve işgali ağızlarına bile almayarak saflarını belirginleştirdiler. Kuşkusuz hizalamak istedikleri yalnız reformist çevreler ve düzen güçleri değil tabi ki. Emekçi kitleleri, Kürt halkını, Alevileri, kadınları, gençleri nefes alamaz hale getirerek bastırmak, şiddeti rıza üretimi için kullanmak istemektedir.

Faşist işgal ve savaş politikası söylev tonları farklı olsa da düzenin kurucu aktörlerinin, ortak devlet aklına dayanmaktadır. ‘Muhalefet’ faşist iktidara karşı çıkmaz ve bir muhalefet partisi devletin en tam-bütünlüklü biçimini ifade eder. Rojava devriminin bölge düzleminde sarstığı sömürgeci statükonun yeniden rayına oturtulması için harekete geçen devlet aklı ve refleksinin, tüm düzen güçlerini aynı hizaya getirmesi bunun en açık kanıtıdır. Bir başka deyişle her biri savaş ve işgal politikasında, devletin bekasında yekpare olmuştur. AKP-MHP faşizmi öngördüğü gibi düzen güçlerinin bütününün desteğini arkasında bulmuştur. Karşıdevrimin yıkacağı bir şey varsa, o da tanım gereği “yıkıcılığın kendisidir” ve onu yıkmak aslında yeniden kurmak demektir. AKP-MHP faşizmi bu diyalektikte kendini yeniden kurmakta ve üretmektedir.

AKP-MHP faşizmi, işgal ve savaş politikasıyla kendisini yaşamın bütününe indirmekte ve bu sayede hem hegemonyasının alanını genişletip hem de bu genişlik içerisinde kendisini tüm ayrıştırmaların ve ayrımların ötesine konumlandırmaktadır. İşgal ile devlet arasındaki ilişki sadece oluş değil, aynı zamanda tarihseldir. Faşizmin salt kurumsal gelişimine bağlı bağlı olarak değerlendirilemez işgal ve savaş. En önemli yanı faşist zihniyet ve ideolojik hegemonyasını genişletmesi ve bu zemin üzerinden yeniden doğuş sergilemesidir. Faşist iktidar, işgal ve savaş politikası üzerinden yeniden bir hayat öpücüğü kazanmak istemektedir. Bu anlamda, işgal ve savaş politikasını sürdürmek dışında bir seçeneği yoktur. Bu savaş ve işgal koşulu, faşist iktidarın yeniden kurulumuna dair üst bir normdur ve bu normun üst bir nitelik sergilemesinin temel nedeni, tümel ile tikel olan politikası arasında uyum yaratma -başka bir ifadeyle savaş ve işgal politikasını siyasal, ekonomik, toplumsal tüm alanlara uyarlaması- vasfından kaynaklanmaktadır. Gittikçe genişleyen AKP-MHP faşist iktidar karşıtı siyasal-toplumsal saflaşma, zayıf karnı olan devletçilik ve milliyetçilik söylevleriyle basınç altında tutulmaya ve çözülmeye zorlanmaktadır.

Savaş ve işgal politikasının bir başka boyutu, AKP içerisinde somutlaşan ve kontrol edilemez hale gelmeye başlayan iç kriz ve kırılmaları, kopuşu kapatmayı hedeflemesidir. Hegemonyası ve geçerliliği kitleler nezdinde kırıldığı gibi, kendi içerisinde de bir kırılmaya ve krize, kopuşa gitmiştir. Kendi iç krizinden ve kırılmalarından ortaya çıkan parçaların, toplumda karşılığını sınırlamayı ve kendine absorbe etmeyi hedeflemektedir. İçerde ve dışarda yürüttüğü savaş ve işgal politikasıyla an’ı kurtarmayı ve buradan kendini yarınlar için yeniden üretmeyi hedeflemektedir.

Daha da çoğaltabileceğimiz bu sebeplerden ötürü bu faşist savaş ve işgal politikası, ideolojik, siyasal, toplumsal, ekonomik her yönüyle, sistemi ve devleti komple bir düzenleme ve yeniden üretme eylemidir.

 Faşizm tek biçimde zuhur etmez

Faşizme yol açan koşullar, tarihin dışında, birtakım uhrevi mekânlarda oluşmazlar. Geçmişte statik bir anda sabitlenmiş de değillerdir. Faşizmin değişken unsurları daima yeni biçimlerde belirginleşme riski taşır. Tarihsel bellek, Türkiye’de günümüzde kurumsallaşmaya devam eden faşizme başarılı bir şekilde karşı koymak için gerekli olan siyasi ve ahlaki tanıklığın ön şartıdır. Erdoğan diktatörlüğü daha önceki faşist diktatörlüklerin tüm özelliklerini tekrarlamayabilir; ancak faşizmin mirası önemlidir, çünkü ciddiye alınmaması mümkün olmayan “tarihten bir uyarı”yı yankılar. Faşizm ve otoriterliğin neye benzediğini ve bu güçlere karşı savaşmak için geçmişi nasıl kullanabileceğimizi anlamak için, tarihi incelemenin elzem olduğunu belirtmek gerekir. Milliyetçilik ve militarizm söylemlerine ve bayrağa sarılmış seferber edilen fikirler, politikalar, tutkular ve faşizmin acımasız toplumsal pratikleri, Erdoğan yönetiminde iktidarın merkezindedir. Tarihin özgürlük ve kurtuluş mücadelesini yürüten özneleri bastırıldığında ve böylece tarihsel bilinç ve bellek; baskı, sömürü ve direnişin işleyişinin anlaşılmasını artık sağlamadığında; insanlar kolayca iktidarın nasıl işlediğini ve faşizmin farklı uygulamalarla kendisini nasıl sürdürdüğünü kavrama ve öngörü yeteneklerini sınırlayan, tarihsel ve toplumsal bellek kaybı biçimleri içinde sıkışırlar. Faşizm değişmez değildir, halkların özgürlük ve kurtuluş mücadelesine yönelik en temel saldırılarını farklı düzenlemelerle gerçekleştirir. Tarihten dersler, hayati öneme sahiptir hele de günümüzde iktidarın o kara yüzünün tüm çıplaklığıyla tespit edilebilmesi için Tarih, yalnızca devrimci güçlerin ve hareketin geçmişte nasıl yükselip düştüğünü göstermez; aynı zamanda, faşist ve otoriter bir sistem için riskli bir tehdit oluşturan direnişlerin anıları ve anlatıları ile de doludur.

Tarihsel bellek, emekçi sınıflara, ezilenlere, özgürlük özlem ve ihtiyacı çığlıklaşan kadın ve gençlere, bu kavgada ölümsüzleşenlerimize karşı sorumluluğumuzu gerçekleştirmek için tarihsel bilincin bir biçimi olarak gereklidir. Bu, faşist iktidarın girdiği siyasal, ekonomik ve toplumsal krizi emekçi sınıflar lehine çevirebilecek imkân ve olanakların yoklanması açısından da önemlidir. Kitlelerin esinleyici deneyimlerle buluşması her zaman burjuvazinin en büyük korkusu olmuştur. Tarih bize, faşist saldırı ve işgal karşısında suç ortağı olmayı reddetmemiz gerektiğini; yetmez, bu işgali durduracak ve tersine çevirip faşist iktidarı yıkacak devrimci savaşı yükseltmek zorunda olduğumuzu hatırlatır.

Devrimin ve özgürlüğün umudu Rojava savaşıyor!

“İşte biz, tüm zamanların ölüleri,                              yeniden ölüyoruz;        ancak, bu kez yaşamak uğruna.”

Rojava’da kadın, erkek, genç, ihtiyar herkes silahlanmış, barikatlarda, evlerde, sokaklarda umudu ve özgürlüğü savunmaktadır. Eğer faşist işgale bugün sessiz ve seyirci kalırsanız, yarın değer verdiğiniz her şey mahvolacaktır.

Rojava devriminin ve halklarının sürdürdüğü savaş, yalnızca Rojava’nın özgürlüğü ve bütünlüğü için verilen bir savaş değildir. Bu, barbarlığa-insani yok oluşa karşı savaştır, kurtuluş için savaştır, barış için savaştır, tüm bölgeyi kanlı topraklar altına sokmak isteyen faşizme karşı savaştır.

Rojava’da sergilenen direniş, Türkiye’nin, bölgenin ve dünyanın geleceğidir. Bugün savaşın saldırganlığı ile yüz yüze olan bu topraklar ve halklar yalnız bırakılır, Rojava halklarının ve devriminin ezilmesine göz yumulursa; yarın tüm Türkiye toprakları ve halkları çok daha derin bir ekonomik, siyasi, askeri, toplumsal çok yönlü bir saldırıyla karşı karşıya kalacak, özgürlüksüzlük cenderesi daha bir sıkılaşacaktır. Bu faşist savaş ve işgale karşı çıkın, çünkü böyle bir savaşın sonucu, insanlığın ve özgürlüğün azgın düşmanlarını her yerde bunları yok etmeye seferber edecektir.

Kürt halkının kazanımlarını yok etmeyi ve tüm toplumsal muhalefet dinamiklerini ezerek faşist diktatörlüğü daha ileriden tahkim etmeyi hedefleyen bu işgale, her alan ve düzeyde mücadele ederek karşı koyabiliriz. Emekçi sınıfların her alan ve düzeyde işgal savaşına karşı sesini yükseltebilmesi, ancak bu savaş konseptini cepheden karşılayan “sabotaj” eylemlerini örgütleyebilecek, buzkıran işlevi görebilecek bir öncü çıkışla mümkündür.

Herkesin Rojava devrimini savunmak, bu işgali durdurmak için yapacağı bir şey var. Günün en yakıcı görevi, Rojava’yı Türkiye’nin Vietnamı’na çevirmektir. Bunun için Serekaniye başta olmak üzere işgalcilerin girdiği her Rojava toprağında, savaş mevzilerinde sergilenen direniş yetmez; Kuzey Kürdistan ve Türkiye halklarının ayağa kalkması, faşist devletin işgal planını işlemez hale getirmesi gerekir. O da yetmez Rojava halklarının direnişinin tüm dünyada yankılanması, enternasyonal mücadelenin somutluk kazanması gerekir.

                                                                                                                Doğa Bakış

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız