Kadın Özgürlük Mücadelesinin Önünü Açan Kelebeklerin Peşine Düşeceğiz! – Kadın Komünarlar

1419

Bugün faşist AKP-MHP iktidarı, kadın düşmanlığını, toplumsal gericiliği kaşıyarak bir üst düzeye çıkarmış durumda. “Makul” kadın olmayı reddeden; patriyarkal kapitalist sistemin çizdiği çerçeveyi, faşist iktidarın toplumsal gericilik birikimine yaslanarak daha da derinleştirmek istediği toplumsal cinsiyet rollerini tartışan, sorgulayan; mevcut cinsiyetçi rejime itiraz eden; kendi kabuğunu kırmak için arayış içine giren; özgürlük için ileri doğru atılan kadın faşist iktidarın hedefidir. Faşist devlete göre “iffetsiz” kadındır; kurulu cinsiyet rejiminin sınır çizgilerini zorlayan ve aşan kadın. Terörist kadındır; kurulu düzene, faşist devlete boyun eğmeyen ve de onu yıkmak için mücadele eden kadın. Biri devletin desteği ve gözetiminde örgütlenen erkek şiddeti ile yola getirilmek, cinsiyet rejimine yeniden içerilmek istenir. Diğeri yıkıcı ve yaratıcı eyleme kalkışması hasebiyle doğrudan devlet şiddetinin hedefi olur. Zira kurulu düzeni yıkmak, devrim yapmak için yola çıkmış, kendi kararlarını kendisinin verebileceği bir dünyayı gerçek kılmak için mücadeleye atılmıştır bu kadın. Henüz özgürlük arayışında bir yol bulamamış olsa da mevcut olan ilişkiler sistematiğini sorgulayan, öyle veya böyle bu çemberin dışına çıkmak isteyen kadın da; kendi kurtuluş mücadelesini toplumsal kurtuluş mücadelesine bağlamış, devrimci özne olan kadın da faşist iktidarın hedefidir.

“Makul” kadını inşa etmek, toplumsal cinsiyet rollerini aşılmaz duvar haline getirmek için tarihin her aşamasında “cadı” avına çıktı egemen sınıflar. Sistem inşası ve kurulu sistemin korunması için önce “cadı”lar taşlanmalı, sigaya çekilmeli, yakılmalıydı! “Makul ve makbul” olan kadına doğru yol almak için, erkek-devlet şiddeti her daim devrede olmalıydı!

Erkek şiddetinin, kadın cinayetlerinin bugün gelmiş olduğu düzey, aslında yaşanmakta olan cinsiyet rejiminin, ataerkinin krizinin bir sonucudur. Devrim karşı devrim diyalektiğinin bir benzerini kurabiliriz burada da. Çığlıklaşan özgürlük ihtiyacının kendisine yol arayışıdır bastırılmaya çalışılan. Bu anlamda, kadını mağdur olarak değil özne olarak tartışmamız gerekiyor. Kuşkusuz kadın cinayetlerinin ve kadına dönük erkek-devlet şiddetinin teşhirini yapacağız, ancak bununla yetinmek mağduriyet üzerinden bir kimlik inşasına yol açar. Oysa biz kadınlar, yaşamın her alanında kendimizi bir varoluş mücadelesi vererek inşa ediyoruz. Şunu unutmamak gerekir, kadına yönelen erkek şiddetinin bugün gelmiş olduğu boyut aynı zamanda özgürlük ihtiyaç ve özlemimizin ne kadar büyük, isyanımızın köklerinin ne kadar derin olduğunu gösterir. Bedenimize, cinsel kimliğimize ve emeğimize dönük her türlü saldırıya karşı net bir duruştur bizi özneleştirecek olan. Kendi kararlarımızı kendimiz vermek istiyorsak, buna kast eden en büyük “erk” olan devlete ve devletin izdüşümü olarak karşımıza çıkan erkek egemenlikçi sistemin temel hücresi olan aile kurumuna karşı isyanı örgütlemek zorundayız.

Biz, erkek-devlet şiddetine karşı isyan bayrağını çeken kadınlarız. Nasıl yaşayacağımıza; ne yiyip içeceğimize; ne giyip giymeyeceğimize; saat kaçta eve gideceğimize; kiminle nasıl konuşacağımıza, nasıl güleceğimize; sokakta, otobüste, evde nasıl oturup kalkacağımıza; ez cümle yaşamımızın her anında ne yapacağımıza karar vermek isteyen dışımızda ve üstümüzde bize hükmeden her türlü erk’e karşı isyan eden, had bildiren kadınlarız. Her türlü erk’in hükümsüz olduğu yeni özgür bir yaşam kurmak istiyorum diyen kadınlarız. Erkek-devlet şiddetine karşı gündelik hayatın içerisinde, elimizdeki tüm araç gereçlerle öz savunma direnişini, eylemini geliştiren kadınlarız. Hem cinslerimizin, artan özgürlük arayışı ve ihtiyacını kadın kurtuluş mücadelesine akıtacak öncü çıkışları örgütleme misyonunu yüklenmiş kadınlarız.

Tarihte ilk taşı atan kadından, ilk “cadı”dan, isyan bayrağını açan, tüm yaşamsal araç gereçlerini özsavunma direnişi için kullanan kadından; yeryüzünün her bir tarafında devrim mücadelesini yükselten kadınlara, Mirabel Kardeşlere, elde silah işgalci sömürgeci faşist Türk devletine karşı savaşan Kürt özgürlük savaşçısı kadınlara, aynı zamanda bir kadın devrimi olan Rojava devrimini savunmak için dün DAİŞ’e, bugün sömürgeci faşist Türk devletine karşı savaşan kadınlara, Kürdistan devrimi ile Türkiye devriminin kaderinin birbirine bağlandığı şu tarihsel kesitte Rojava’da savaş mevzilerinde ölümsüzleşen Ceren Güneş ve Aynur Ada’ya kadar, her yerde ve her alanda kadınlar, özgürlük mücadelesini yükseltiyor.

Özsavunma mücadelemiz; bedenimizi, kimliğimizi ve emeğimizi korumak, yeni bir yaşamın kapılarını aralamak içindir. Açık denizlere açılmak istiyoruz; özgürlük dünyasını, mavi bir atlas gibi önümüze açabilmek için ayağa kalkıyor, kurulu düzeni yıkacak olan isyanı örgütlüyoruz. Her saniye, her gün, her an; her evde, her sokakta, her yerde başkaldırıyor, bize biçilen hayatı reddediyor, ezme-ezilme ilişkisinin, sömürünün olmadığı yeni bir yaşam ihtiyacımızı haykırıyoruz. Öyle sözle, kuru bir protesto ile değil, kendi yaşamımızı ortaya koyarak savaşıyoruz.

Biz, Paris Komünü’nün kızıl öfkesini kuşanan kadınlardan aldık mayamızı. Biz, tüm “cadı”ların gelecek düşlerini, özgürlük hayallerini yüklendik. Biz, Mirabel kardeşlerin mücadelesini, “kelebek etkisi” misali faşist iktidara, erkek egemenlikçi kapitalist sisteme karşı bir tsunamiye çevirmek için yola çıktık.

Mücadelemiz; patriyarkal kapitalist sistemin kimliğimiz, bedenimiz ve emeğimiz üzerinde kurduğu tahakkümü yıkma, erkek-devlet şiddeti başta olmak üzere, her türlü yol ve yöntemle bizi hapsetmeye çalıştığı “makul ve makbul” kadın kimliğini parçalama mücadelesidir.

Hiçbir şey birden bire olmadı. Birden bire bu dünya bize dar gelmedi. Özgürlüğe açlığımız hep vardı, ancak artık bıçak kemiğe dayandı. Artık özgürlük için, “ben sana mecburum, bilemezsin” cümlesini kuruyoruz. Her dilden “yeter artık/edi bese” diyoruz. Öfkemiz dağ, özgürlük ihtiyacımız çığ oldu. Bu öfkeyi bilemek, bu isyanı büyütmek gerek. Kadın özgürlük mücadelesinin önünü açan kelebeklerin, Cerenler’in peşine düşmek gerek!

Mirabel Kardeşlerin mücadelesi ve 25 Kasım, “makul ve makbul” olan kadına bir reddiyedir. Özgür yaşamın filizleneceği yeni bir dünya için yola düşenlerin fütursuzca öne fırlayışıdır. Bugün bu yoldan ilerleyecek, kozasını örüp yeni bir yaşama yol veren kelebek misali, kadın özgürlük mücadelesini büyüteceğiz.

Kadın Komünarlar

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız