Ne Rıza Ne Hiza; Özgürlüğü Tahayyül Et! – KBDH

734

2019 yılında, dünyanın birçok yerinde, neoliberal kemer sıkma politikalar ve yapısal düzenlemelerin sonucu artan yoksulluk ve sefalet birikiminin yanı sıra bu süreçle paralel olarak artan tahakküm ilişkilerine, baskı ve zora karşı özgürlük yoksunluğunu etinde canında hisseden işçi ve emekçi kitlelerin isyan dalgası durulmuş değil. Bu isyan dalgasına rengini veren çok açık ki kadınlar oldu. Tüm bir küre; kadınların, patriyarkal kapitalist sistemin sınırlarına çarpa çarpa artan özgürlük isteği ve arayışının ifadesi olan kadın eylemleriyle sarsıldı, sarsılıyor. Kadınlar özgürlük talepleriyle yeni bir yaşam arayışına yol arıyorlar. Kuşkusuz bu isyan dalgasında kadın renginin öne çıkışının tarihsel-toplumsal bir arkaplanı var. Artan özgürlük ihtiyacına rağmen bunun kısmen de olsa karşılanmak bir yana daha da geriye doğru bastırılmasını koşullayan neoliberalizmin krizi bunun en başında gelir. Kadın kitlelerinin ve tüm cinsel kimliklerin özgürlük arayışını yakıcılaştıran aynı zamanda bu cenderedir.

Çit kitabını okumuş veya bu kitaptan uyarlanan filmi izlemişizdir. Aborjinlerin karşılaşmış olduğu soykırım ve asimilasyon politikasının simgesidir çit. Bu çitin dışına çıkmak, doğdukları ve özgürce varoldukları topraklara gitmek isteyen üç kız kardeşin dehşet verici öyküsüdür anlatılan. O çit, baskı ve zor yoluyla rıza üretmenin, hizayı göstermenin simgesidir. Asıl amaç, rıza üretmek ve hizaya çekmektir. Tüm zorluklara rağmen güvenli bir alan olan çitin içine hapsolmak istemez Aborjin kızları. Ve ütopya yolculuğuna çıkarlar. Henüz beyinleri köleleşmemiş, özgürlüğü tahayyül etmekten vazgeçmemişlerdir! Bu yolculuk çitlenmiş bir dünyaya reddiyedir!

Kapitalist gelişim sürecinin ilk evrelerinde ve bugün çitlenen sadece ezilen, baskı ve zor yolu ile kapitalist dünyanın üretim ilişkilerine entegre edilen – Aborjinler gibi- yerli halklar değildir. Yoksul ve emekçilerin üretim araçlarından zor yoluyla kopartılması ve hizaya çekilmesi, yoksul köylülerden alınan topraklar ve yoksulların bedenleri de sadece bunu tanımlamaz. Sömürge haline getirilen coğrafyadaki halkların tüm zenginliklerine, birikimlerine el konulması da keza çitlemeyi tariflemede yetersizdir. Çitleme bunların çok daha ötesinde bir şeydir. Kapitalist gelişimin yolunu döşeyen ilksel birikimin taşları (ve bunu koşullayan çitleme) ezme-ezilme ilişkisi ve onunla paralel şekilde gelişen sömürü ilişkilerinin her bir biçimine nüfuz eder. Bugün de ilksel birikim, form değiştirmiş olarak yaşanmaktadır. Asıl çitlenen kadının bedeni, cinsel kimliği ve emeğidir. İlksel birikim kadın mevzubahisse her daim sözkonusudur.

Sermaye birikimi nasıl ki olmuş bitmiş bir süreç değil ve sürekli yeniden üretimin bir konusuysa erkek egemenlikçi sistem, onun devleti ve bu devranın sürgit böyle devamını isteyen erkek/aile için kadın; emeği, bedeni, cinsel kimliğiyle sürekli çitlemenin ve bu anlamda ilksel birikimi sağlayacak tahakküm ilişkisinin konusu olmaktadır. Çitleme tüm hayatı belirleyendir. Asıl olarak hedeflenen ise kadının zihninin, aklının-fikrinin çitlenmesi ve hizaya sokulmasıdır.

Rıza ve hiza’ya karşı fail olma arayışı

Mevcut haliyle erkek egemenlikçi sistemin her ne kadar bastırmaya çalışsa da bir kriz içerisindedir. Kuşkusuz bu kriz maddi-toplumsal çelişkilerin bir bütün olarak yönetilemez hale geldiğini göstermez. Zira bunu sağlayacak olan toplumsal/sınıfsal/cinsel çelişki ve çatışmalara müdahale edecek güçlü bir toplumsal kurtuluş mücadelesi ve kadın özgürlük mücadelesinin varlığıdır. Ancak krizini derinleştiren bir etken olarak kadının artık eskisi gibi yaşamak istemeyip mevcut ilişki sistematiğinin dışına çıkma arayışı içinde oluşunu anabiliriz. Burada salt mağdur bir kadın figürü sözkonusu değil. Bu krizi, özne’liğini arayan ve inşa etmeye çalışan kadınlar, bizler, derinleştiriyoruz. Bu anlamda, bir nevi toplumsal anlamda bir yarılmayı, bir iç savaşı örgütlüyoruz. Tahakküm araçlarının tümünü elinde bulunduran evdekisiyle dışarıdakisiyle “erk”çi yapı, bu toplumsal yarılmayı önlemek için, adeta bir cins kırımı yapmakta ve şiddeti çok daha yoğun kullanmakta; emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz üzerinde tahakküm ilişkisini derinleştirecek yasalar, toplumsal düzenlemeler yapmaktadır.

Toplumun en küçük yapı taşı olan ailedeki kriz, patriyarkanın aile bağlamında yaşadığı kriz, toplumsal krizin de göstergesidir. Ve bu, aynı zamanda toplumsal cinsiyet rejiminde yaşanmakta olan krize de işaret eder. Şunu unutmayalım, yasası yargısıyla, beden politikaları toplumsal iş örgütlenmeleri ile, şiddeti cinayetleri ile esasta yapılmak istenen; eski biçimiyle sürdürülemez hale gelen ve çözülen, kriz içinde olan mevcut erkek egemenlikçi yapının ailesinden-toplumsal ilişkilerine-siyasal araçlarına kadar yeniden tesisidir.

Erkek egemenlikçi kapitalist sistem ve devleti, düzenin devamını sağlamak için devletin baskı ve zor aygıtlarının yanısıra medyasından ailesine, dininden cemaatlerine kadar ideolojik aygıtlarını da çok yönlü kullanarak, adeta biz kadınların yaşamını birer “ikna odası”na dönüştürmeyi hedefler.
Bizim ne istediğimizi, nasıl yaşayacağımızı, ne düşünüp söyleyeceğimizi belirleyen bir güç olarak erkek-devlet kendi tercihlerini, kendi doğrularını bizim tercihlerimiz ve doğrularımızmış gibi empoze eder. Rıza üretimini zihinlerimize örülen çit sayesinde örgütler.

Faşist devlet ve onun evdeki temsilcisi olan erkek, toplumsal cinsiyetçilik rejimini korumak için rıza üretimini örgütlemek zorundadır. Kuşkusuz rıza üretiminde temel enstrümanlardan biridir şiddet. Kadın cinayetleri ve kadına dönük erkek şiddeti rıza üretim mekanizmalarındaki kesintinin bir yansıması olduğu gibi bizzat bu fiilin (yani erkek-devlet şiddetin) kendisi de bir rıza üretim aracıdır.

İlksel birikimin -çitlemenin- temel güç kaynağı şiddettir. Bu her anlamda böyledir. Ve yine kadınlar her yerde, her dönemde ilksel birikimin/çitlemenin ve bu anlamda şiddetin hedefi olmuştur.

Kadın cinayetleri ve kadına dönük şiddetin kaynağı, toplumsal cinsiyet rollerini yeniden yeniden üreten patriyarkal kapitalist sistemdir. Tam da bu nedenle rıza ve hiza üretimine odaklanır. Ve her evde bu anlamda bir iç savaş yaşanır. İç savaş, hiza ve rızanın dışına çıkan özneler varsa olur. Kadını camdan kafese hapseden bu sisteme karşı, kadınların kendiliğinden gelişen özsavunma direnişleri, kuşkusuz anlamlıdır. Ancak nasıl ki bir işçinin patronuna karşı ücret veya sosyal hakları için verdiği kendiliğinden mücadele, ekonomizmin sınırlarını aşamaz ve liraya kuruş eklemenin ötesine geçemezse; kadının salt evdeki erkeğe karşı baskı, şiddet ve ezilmişliğin yoğunlaştığı kesitlerde vermiş olduğu mücadele de parçalı ve kendinde bir bilinç olmanın ötesine geçemez. Tam da bunun için, bizim, evin direğini çatan kapitalist sistem ve onun yargısı, hukuğu, onun yasası uygulaması ezcümle tüm ezme-ezilme, tüm sömürü ilişkilerini dizayn eden ve bu temelde “kurucu bir hukuk” oluşturan ve bunu koruyup kollayan devletle hesaplaşmamız, yıkıcı bir etkinlik olan devrim mücadelesini önümüze koymamız gerekiyor.

Kadını mağdur olarak değil, mevcut toplumsal cinsiyet rejimine, faşist devletin kendisine karşı bir tehdit oluşturması nedeniyle tam da fail olarak görmek durumundayız. Bu aslında henüz kadın özgürlük mücadelesi temelinde gelişen bir cins bilincinin içermese de başkaldırı dinamiklerinin içeriyor olması ile önemli bir yerde duruyor. Biz kadını mağduriyeti üzerinden ele aldığımızda, özne olma durumunu ıskalamış oluruz. Mağdur olan kadın aslında mağdurluktan önce toplumsal cinsiyet rejimini tehdit ettiği, rıza göstermediği ve hizaya gelmediği için faildir. Elbette asıl fail olma hali, kadın özgürlük mücadelesini örgütlediğimizde söz konusu olacaktır.

Kendimize ait bir oda yetmez; biz dünyayı istiyoruz!

Hegemonya ve tahakküm ilişkisi öncelikle zihinlerimizde kurulur. Hayal gücümüzü ketler. Kendimizi yaşamakta olduğumuz dünyanın dışında (yanılsamalı özgürlük arayışları da bu dünyanın bir parçasıdır.) tahayyül edemez hale geliriz. Oysa bir insanın hayal gücü zaptedildi ve onun üzerinde bir iktidar kurulduysa, o insanın birey olarak gelişimi ketlenmiş olur. Maddi-toplumsal temelleri çok daha gelişmiş olan özgürlük, özgür yaşam ilişkileri önce zihinde inşa edilir. Yeni bir yaşamın kafada canlanabilmesidir o yıkıcı yaratıcı enerjiyi açığa çıkaracak olan.

Özgürleşmek için özelinden geneline yaşamın her anının politik olduğunu kavrayacağız. Ve özelinden geneline, yaşamın her anına dönük politika oluşturacak, bu temelde konumlanacağız. Özgürlük, mevcut toplumsal ilişkilerin alt üst edilmesi ve yeniden inşasını gerektirir. Politika, geleceğin özgür dünyasını inşa edecek toplumsallığın an’da üretimini sağlayabilmelidir. Mücadelenin özgürleştirici soluğudur burada ilk halka.

Cins kırımını durduracak olan kadınların özgürlük mücadelesidir. Karşı devrimi püskürtecek olan devrimci mücadeleyse, kadını toplumsal cinsiyet rollerine hapsetmenin adı olan rıza ve hiza mekanizmasını ortadan kaldıracak olan da kadınların patriyarkal kapitalist sistemi ve onun devletini hedefe koyan devrim mücadelesidir.

Bir insanın köleliği, tahakküm altında oluşu aynı zamanda kendisine yabancılaşmasını getirir. Kadının özgürlük mücadelesi kendi olma, kendi kararlarını kendi verme, dışında ve üstünde hiçbir güç istememe hali ve bunu eylemli ifade edişi aynı zamanda yabancılaşmayı da ortadan kaldıracak olandır. Kadının kendisini tüm yeti ve yetenekleri ile cinsiyet kimliğini baskılayıp yoksaymaksızın gerçekleştirmesi eylemidir özgürleşme. Biz sadece ‘kendimize ait bir oda’yı değil kendimize ait bir dünyayı istiyoruz! Hiçbir sınırın, kalıbın belirlemediği, tüm cinsel kimliklerin kendisini özgürce gerçekleştireceği, patriyarkal kapitalist sistemin emek ve beden politikalarına tam karşıt eksende oluşan bir özgürlük dünyasıdır tariflediğimiz.

Rıza ve hiza ile mahkum edildiğimiz bu dünyada “İçinde yaşamayı seçtiğimiz hapishanelerdir” evlerimiz, okullar, sokaklar, meydanlar… İnsan hapishanesini içinde taşır. Tam hak eşitliği mücadelesini vermediğimiz ve buna gidecek yolun toplumsal cinsiyet rollerinin tüm yönleriyle yıkılmasından geçtiğini idrak edemediğimizde zihnimiz aynı zamanda içinde yaşamayı seçtiğimiz bir hapishanedir bizim için. Çünkü tüm öğrenilmiş çaresizlik kodları işlidir.

Öncelikle içine hapsedildiğimiz, kendimizi hapsettiğimiz yaşamı ve onun ilişkiler sistematiğini parçalayalım. İnsanın en büyük köleliliği bileklerindeki ve ayaklarındaki plastik kelepçeleri, aklını ve yüreğini tutsak eden demir parmaklıkları görmeyip köleliği salt toplumsal gericilik birikiminin tezahürü olan davranışlara doğru daraltmasıdır. Oysa biz dünyayı istiyoruz. Kendi kaderimizi elimize almak istiyoruz.

Hedef sensin!

Hedef giydiği şortla, otobüste attığı kahkaha ile iffetsiz ilan edilen kadın.
Hedef gecenin karanlığında sokakta/dışarıda olan kadın.
Hedef erkeğin iktidar alanını sorgulayan ve sorgulatan fiillerin üretici olan kadın.
Hedef henüz sınıf ve cins bilinci ile özgürlük koşusuna çıkmamış olsa da toplumsal/bireysel artan özgürlük ihtiyacına rağmen tarihsel kölelik zincirini güncelleyerek sürdüren toplumsal cinsiyet rejiminin artan baskı ve tahakküm ilişkilerine karşı çıkan, kapatıldığı hapishanenin duvarlarını döven kadın.
Hedef kadının özgürlük mücadelesinin öncü çıkışlarını örgütleyen devrimci kadınlar.
Hedef, had aştığımız için, yetmedi erkek-devlete had bildirmeye yeltendiğimiz için biziz.
Hedef; kendi kararlarımızı kendimiz vermek istiyoruz sözü henüz bir varoluş biçimine dönüşmemiş olsa da; bu henüz, dışımızda ve üstümüzde, bizi tahakküm altına alan ve almak isteyen ne bir birey ne bir yapı ne de bir kurum istiyoruz, diyecek kadar belirgin olmasa da bir kez özgürlük rüzgarını solumuş, özgürlüğü flu da olsa tahayyül etmiş olduğumuz için biziz!
Hedef; toplumsal cinsiyet rejiminin “makbul” ve “makul” kadın figürüne çizik attığımız, tarihsel gericilik birikimine yaslanarak mevcut kapitalist üretim ilişkileri üzerinden geliştirilen ahlaki norm ve değerlerin dışına çıktığımız, devletin ve toplumun yapıtaşı olan ailenin kolonlarını çatırdatan fiillerde bulunduğumuz için biziz!
Hedef; kadının özgürlük mücadelesini bastırmak için tüm yapı ve araçları kullanan burjuva faşist devleti yıkma mücadelesini yükselten, tüm kölelik zincirlerini hedefe koyan ve kurucu eylemin ancak yıkıcı yaratıcılığı çağıran devrimle mümkün olacağını bilen biz devrimci kadınlarız!

Özgürlük düşlerimizi gerçek kılmak içindir erkek egemenlikçi kapitalist sistemi hedef tahtasına koymamız

Cinsiyet rejimi ile burjuva-faşist iktidar arasındaki diyalektik bağı kavradığımız noktada kadına dönük erkek-devlet şiddetini de çözümleyebilir, bizi hedefe koyanları hedef tahtasına oturtabiliriz.
Bugün kadına dönük erkek-devlet şiddetinin, kadın cinayetlerinin geldiği düzey adeta “bir çağ yangını”dır. Ezme-ezilme ve sömürü ilişkileri temelinde kendisini var eden erk’li “dünya”nın tüm kurumları, tüm bireyleri, tüm yapıları bu çağ yangınının benzin taşıyıcı ve körükleyeni. Patriyarkal kapitalist sistemin sürdürücü olan hiç kimse bundan azade değil. Had bildirilen değil, had bildiren olmak için:

Hem evde, sokakta, okulda doğrudan bize yönelen erk’i hedef alacak hem de bu erk’le beslenen ve bu erk’i besleyen erkek egemenlikçi kapitalist devlete, onun tüm cinsiyetçi politika ve uygulamalarına karşı duracağız. Kadınları ezen, sömüren, aşağılayan, katleden bu patriyarkal kapitalist sistemin ve onun sürdürücüsü olanların çanına ot tıkayacağız.

Kuşkusuz bizim özgürlük talep ve istemlerimizin en yalın ifadesi olarak kapatıldığımız hapishanelerden çıkış eylemimiz, bizi fail yapar. Fail olma durumudur bunca şiddetle karşı karşıya kalmamızın nedeni. Bu fail olma durumumuzu koşullayan şey; tıpkı devrim-karşı devrim ilişkisi gibi, bu özgürlük arayışını bastırmak için artan erkek şiddeti ve adeta cins kırımı haline gelen kadın cinayetlerinin nedeni, kölelik zincirlerini artık taşımak istemeyişimiz ve bunun için çıkış arayışımızdır. Tarihsel ezilmişlik ve kölelik zincirlerini de patriyarkal kapitalist sistemin plastik kelepçelerini ve bizi hapseden görünmez demir parmaklıklarını da parçalayıp kırarak ilerleyeceğiz.

Kadınlar, erkek şiddetin (ezenin uyguladığı şiddet) teşhiri ile değil, ancak ve ancak bunun karşısında kendi karşı şiddetini (ezilenin şiddeti) örgütleyerek ve uygulayarak özgürleşebilir. Kadınları şimdiye kadar tarih sahnesinde nesne olarak konumlandıran tahakkümü parçalayacak olan budur. Bu tahakküm ilişkisinin ve nesneleşmenin yıkılması kadınlar olarak geliştireceğimiz özsavunma ve örgütlü öncü çıkışları oluşturan devrimci şiddetle mümkündür ve yine ancak bu şiddet aracılığı ile “nesne”leştirilenler, kendini politik bir özne olarak var edebilir, varoluşunu sağlayabilir. Bizi bu erkek egemen sistemden, devletten, patriyarkadan, onun yürütücü araç ve aygıtlarından özgürleştirecek olan, sadece erkek-devlet iktidarın şiddetinin teşhiri değil bu şiddete karşı kadınların uygulayacağı karşı şiddettir. Bu karşı şiddetledir ki o güne dek nesneleştirilenler, sömürü ve tahakkümün altında yaşamak zorunda bırakılanlar, o tahakkümü kırar, işlemez hale getirir ve özne olarak yeni bir denklem kurar.

İşte biz bu denklemin kurucusu olmak için yola çıkıyoruz. Tüm rıza üretim mekanizmalarını teşhir ve tecrit edecek bir mücadele yürütmeyi, bize çizilen sınırları parçalamayı, had bildirilen ve hizaya getirilen değil had bildiren, toplumsal cinsiyet rejiminden köklenen tüm ilişkileri parçalayıp sınırsız, sınıfsız, özgür yaşamın yolunu döşeyecek bir mücadele hattını ören olacağız.

“senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi / tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir”

Bir özgürlük senfonisidir ürettiğimiz. Henüz uyumlu ve birbirini tamamlayan sesleri, doğru notaları yakalayamamış olabiliriz. Ama birlikte üretmenin, birlikle eyleyip çoğalmanın ayırdına vardık bir kez. Birlikte çalmanın hazzını yaşadık bir kez. Artık güçlü bir harmoniyi yakalamak için daha çok çalmaya, birlikte çalmaya, farklı coğrafyalardaki toplumsal/sınıfsal/ulusal/cinsel kurtuluş mücadelelerinin seslerini algılamaya ve onlarla birlikte ritim tutturmaya odaklanacağız. Uzanıp elimizle dokunabilecekmişcesine somutsa tahayyülümüzdeki özgür yaşam ve onun ilişkileri; büyük bir enerjiyle atılırız kavgaya.
Mücadelemiz; bedenimiz, kimliğimiz ve emeğimiz üzerindeki tüm tahakküm ilişkilerini parçalamak; tarihsel gericilik birikimiyle de katmerlenmiş olan, içine hapsedildiğimiz hayatlardan çıkmak; yeni bir yaşamın kapılarını aralamak içindir. Her yerde, her koşulda ve her anda patriyarkal kapitalist sistemin bize biçtiği hayatı reddedecek, ezme-ezilme ilişkisinin, sömürünün olmadığı yeni bir yaşam ve onun özgür ilişkilerini kuracağız.

Kuruluşumuzu ilan ettiğimiz 3. yılımızda 8 Mart’ı başta Türkiyeli kadınlar olmak üzere tüm kadınları faşizme karşı her yerde eylem içinde olmaya, “Ne Rıza Ne Hiza; Özgürlüğü Tahayyül Et!” şiarını yükseltmeye çağırıyoruz.

Kadınların Birleşik Devrim Hareketi (KBDH)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız