Her Yürek Devrimci Bir Hücredir: Ceren Güneş Yaşıyor! – Devrimci Komünarlar

1072

Her devrim, kuşkusuz bir kaosu yaratır. Mevcut düzen bozulur, kozmosun sınırları parçalanır. Komünist bir devrimin niteliği ise bu bozumun ve parçalanmanın kesintisizliğini sağlayabilmesidir. Bu yüzden her devrimci komünar, kaosun, karmaşanın, kavganın ve savaşın amansız bir yürütücüsüdür. Günü gelir, kaosu, yüreğindeki bir hücrede gizler; o hücrenin içinde devrimcileşir ve devrimcileştirir. Günü gelir, yüreğinin kapakçıklarını sonuna kadar aralar ve ortaklaşır; hakikati arar ve kaosu hakiki kılar; eyleme geçer, eyleyen olur.

Ceren yoldaşın, Serekaniye-Til Temir cephe hattında, işgalci TSK ile savaşırken ölümsüzleşmesinin, birinci yıl dönümündeyiz. Ceren yoldaş, hiç kuşkusuz ki, devrimciliği yüreğinin içerisine kazımış, başka yüreklerle ortaklaşmış, hakikati aramaktan bir adım geri durmayan; bulmak adına eyleyen, eylerken aramaya devam eden, her anlamda mevcut düzenin sınırlarını parçalamak için taarruzda olan, devrimci bir komünardı. Özge’yi Ceren yapan; Ceren’in, yüzlerini dahi görmediği milyonlar için ölüme yürümesini sağlayan, o yüreğin içindeki güçtü; özgürlüğün gücüydü.

Ceren, Muğla’da emekçi bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Çok küçük yaşlarından itibaren ailesi ile birlikte tarlalarda, zeytin bahçelerinde, üzüm bağlarında çalışarak büyüdü. Onu bir tıbbiyeli yapan eğitim hayatı, alın teri ile yoğruldu. Sohbetlerde, sömürünün tahakkümü altında, kendi alın terinde boğularak yaşamaya çalışan tarım işçilerinin, onu nasıl etkilediğini anlatırdı hep. Yine sohbetlerde, bir kadın olarak, çok küçük yaştan itibaren evde ve okulda; hayatın her alanında hissettiği ataerkinin, onu, nasıl örgütlenmek ve kavga etmek zorunda hissettirdiğinden bahsederdi Ceren.

O’nun yüreğini, özgürlüğün gücü ve komünün hakikati ile dolduran; onun yüreğini devrimcileştiren ve bir hücre misali örgütleyen, hiç kuşkusuz, onu o yapan çelişkiler ile uzlaşmama ve kavga edebilme iradesidir. Ki Ceren, o iradeyi, daha üniversiteye gider gitmez, Özge olarak, Ankara sokaklarının her metrekaresine nakşetmişti. Zincir eylemlerinden işgallere, yol kapatmalardan barikat direnişlerine kadar, fiili meşru mücadelenin her alanında, o iradenin izlerini bulmak mümkün.  

Ancak her özne, kendi kalıbının dışına çıkabildiği ve içerisinde olduğu nesnel koşulları bozuma uğratabildiği sürece devrimci bir öznedir. Ceren, tam olarak bu düstura uygun bir devrimcilik icra etti. Kasım Atılımı’nın kulislerde konuşulmaya başlandığı günlerde, Ceren, kimi benzerleri gibi yapılmak istenene, “dudak büküp”, “burun kıvırmadı”. O, devrimci bir hücre olan yüreğinin, kapakçıklarını sonuna kadar aralayabileceği ve ortaklaşarak kendi benzerleriyle hakikat adına eyleyebileceği, bir zemini ve olasılıklar silsilesini gördü. Devletin ona yaptığı “atamayı” reddedip, doktorluğuna devam etmesi yönündeki kimi telkinleri duymazdan gelerek; “atanmış bir doktor” olmaktansa, “adanmış bir devrimci” olarak kavgaya devam etme isteği de hiç kuşkusuz bundandı.

O yüzden o, artık Özge olamazdı. Özge, Ankara sokaklarına, o sokakların her kaldırım taşına ismini yazan bir devrimciydi elbette. İnanmayan gitsin ve sorsun: Bugün o ablukaya alınmış, kuş dahi uçmayan Yüksel Caddesi’ndeki ve Konur Sokak’ta ki kaldırım taşlarının her birisine! Onlar şahit Özge’nin nasıl devrimcilik yaptığına. Onlar şahit Özge’nin ve yoldaşlarının, amansız ablukaları, teker teker nasıl bozguna uğrattığına.  Ancak Özge’nin bedeni ve bulunduğu konum, kendi benzerleriyle buluşmaya ve hakikat adına eylemeye yeterli değildi. Kimin yeterliydi ki zaten? Özge’yi Ceren yapan önemli noktalardan birisi de, o yetersizliği tamamlayabilme iradesidir.

Ceren’in adanmış bir devrimci olarak ilk durağı İstanbul oldu. Mersin, Adana, Amed, Suruç saldırılarının yaşandığı bir aralıktı, Ceren İstanbul’a gittiğinde. Ceren bu tarihsel aralıkta, gelmekte olana karşı uygun bir konumlanma sağlayanlardandı. Ceren’in devrimci bir savaş gücü olarak konumlanması için, temel bir silah bilgisi ve illegalite eğitimi yetmişti. Aralık 2015’de, Türkiye’nin ve Kürdistan’ın dört bir yanı, İŞİD aracılığıyla, AKP rejimi tarafından kan ağlatılırken, Ceren öfkesini bir bombanın içine sığdırarak, cihatçıların bir karargâhını imha etme cüretini gösterenlerdendi. O artık Özge değildi. Bu çok açık ve barizdi. O artık Ceren Güneş olmuştu.

Bu cüretin hemen akabinde, Rojava topraklarına geldi. Çok kısa bir süre sonra Menbic savaşına katıldı. Ve çok kısa bir süre geride durduktan sonra Tabka ve Rakka hamlelerine katılmak üzere Enternasyonalist Özgürlük Taburu (EÖT) içerisinde görev aldı. EÖT’nin Tabka cephesinde gösterdiği büyük direnişlerde hem bir savaşçı hem de bir komutan olarak savaştı. Bu deneyimin sonrasında, tecrübelerini yoldaşlarına aktaran, öğrenen ve öğreten, savaşırken gelişen bir önder niteliğine erişti. Siyasal arayışı ve kutsallara yönelik olan karşıtlığı, onun bu niteliğini sürekli geliştiren ve derinleştiren bir yerde durdu.

2017’de Dörtler ile temsil olan Nisan-Mayıs Atılımı’nın akamete uğramasının ve hareketimizin, önderlik düzeyinde verdiği kayıpların ardından, yaşanan tasfiye sürecinde, önden sorumluluklar üslendi. Kimileri teslim bayraklarını çekerken, kimileri Avrupa yollarında toz kaldırırken, kimileri ise konumsal ve yaşamsal kaygılarla yüzlerine devrimcilik maskesini takmışken, o, yeni bir devrimciliği kurmak için kollarını sıvayanlardandı. Bu amaç üzere, tasfiyeciliğin her anlamdaki dolaylı-dolaysız saldırılarına göğüs geren de yine en çok oydu. Onun yüreğini devrimcileştiren ile o günlerde onu direngenleştiren, aynı şeylerdi. Bütün fırtınalara karşı, kaya misali, tozdan başka ödün vermeyen duruş, bundan kaynaklıydı, vesselam.

O direngenlik, o irade, kısa ömrün bütün deneyimleri ve nitelikleri ile buluşarak, hareketin yeniden kuruluş sürecinde, Ceren’i kurucu bir kadro yapmıştı. Ceren, bir sene gibi oldukça kısa olan bu süre içerisinde, hem Rojava sahasında hem Türkiye sahasında önemli izler bıraktı. Serekaniye-Til Temir savaşının hem hazırlanma sürecinde hem de cephelerinde, mekik dokudu. Dünyanın dört bir yanından gelen savaşçılar; anarşistler, ekolojistler, feministler, bugün Ceren’i, gülüşü, kavgası ve son derece samimi olan enternasyonal komünarlığı ile hatırlıyorlar.  Örgütsel kuruluş sürecinde, gündelik hayatın örgütlenmesinden, yeniden kuruluşun siyasallığının sağlanabilmesine kadar, tüm çalışmaları alın teri ile yoğurdu.

Ceren, yazılarında “eskinin reddi, yeninin kurucu niteliğini” ortaya çıkarabilmek adına geçmişle hem teorik hem de pratik anlamda bir hesaplaşmaya girişiyordu. Bu hesaplaşmayı, dar bir sol ortamın içerisinde, benzerleriyle mübadeleye girerek değil; tam tersine devrimciliğin en yakıcı sorunlarına çözümler üreterek yapıyordu. Kendisini, örgütünü ve mücadeleyi okuma yordamı, doğrusal bir olumsallığın aksine, “tersine devrimci bir diyalektikti”. Eleştiriyi bir silah olarak kullanmaktan, onun yıkıcı etkisini uygulamaya sokmaktan hiçbir zaman imtina etmedi. Tabular ile kavga etti. Ancak masa başında değildi, bu kavgayı ederken. Günde dört, belki de beş saat uyuyordu Ceren. Ama masa başında olanlara da taviz vermedi hiçbir zaman. Kalem de onundu, silah da.

Ceren, Devrimci Komünarlar’a, her zaman hatırlanacak, örnek alınacak ve geleceğe taşınacak bir devrimciliği miras bıraktı. Düşleri vardı ve ütopyaları. Onları rüyasında yaşamaktansa onlar için eylemeye dayalı bir hayat pratiği koydu ortaya. Özge’nin, Ankara sokaklarında, bir hücre misali devrimcileşen yüreği, Ceren’in amansız kavga pratiği ve ölümsüz bedeniyle birlikte, artık tüm devrimcilere mal olmuştur. Ceren artık sadece Ceren değildir. Ceren, hatırası ve mirası ile birlikte, bu coğrafyadaki devrimin; açlığa, sömürüye, zulme ve patriyarkal kapitalist sisteme karşı yürütülen silahlı mücadelenin bir önderidir. Daha önce de dediğimiz gibi: Türkiye gençliği, Ceren’in hayallerini bir güce kavuşturacak, gerçeğe dönüştürecek ve tıpkı Ceren gibi, yüreklerinde saklı tuttukları gizil devrimcilik ile bu köhne iktidarın bütününü sarsacak ve yıkacaklardır!

HER YÜREK DEVRİMCİ BİR HÜCREDİR!

BİZ KAZANACAĞIZ!