Proleter Devrimler Tarihinin Erik Çiçeği: Paris Komünü – Hevi Devrim

567

Fransa, feodalizmden kapitalizme geçiş süreciyle birlikte sınıf mücadeleleri ve çatışmalarının yoğunlaştığı adeta bir devrimler ve karşıdevrimler ülkesi haline gelir. Sanayi devrimi sonrası yaşanmakta olan yıkıcı proleterleşme dalgasına karşı işçi sınıfının isyanı ve öfkesi hiç durulmaz. Kuşkusuz proleter ayaklanmalar, burjuvazinin aristokrasiye ve monarşiye karşı giriştiği mücadele ile eş zamanlı gelişir. Burjuvazi, yıkıcı proleterleşme dalgasına karşı gelişen toplumsal öfkeyi arkasına alarak eski dünyaya karşı savaşını yürütür. İşçi sınıfı bağımsız bir sınıf olarak henüz ortaya çıkmamış olmanın, kendi kurtuluşunu eline almamış olmanın cezasını fazlasıyla öder. 1830 sonrası, 1848 devrimi de yenilgi ile sonuçlanır. 1848 devriminin yenilgisi sonrasında, 1851’de 2. Cumhuriyete karşı burjuvazinin de olur’u ile Bonapart darbe yapar ve başa geçer. İşçi sınıfı eskisi gibi yönetilmek istememesine rağmen, kendi kendisini yönetebilecek bir örgütlülük düzeyinde de değildir. Burjuvazi ise, sınıf mücadelelerinin sonucu olarak artık yönetemez hale geldiği için, siyasal iktidardan vazgeçer. Marx’ın Bonapartizm diye ifade ettiği rejimin gelişi, ağır siyasal ve toplumsal krizin sonucu olarak, bu şekilde olur.

Burjuvazi; işçi sınıfının, kapitalist gelişimin bir sonucu olan yıkıcı proleterleşme sürecinin bir parçası olarak mülksüzleşen zanaatkârların, kentli nüfusun isyan ve öfkesini dizginleyememenin bir kefareti olarak siyasal iktidardan el çekmiş ve Bonapartizme el vermiştir. III. Napolyon, ülkeyi adeta yoksul işçi ve emekçiler için açık bir hapishaneye dönüştürür. Ancak tüm bunlara rağmen ne kentlerdeki hareketlilik, isyan kıpırtıları durulur ne de yıkıcı proleterleşme hareketi (bu demektir ki mülksüzleştirme hareketi) burjuvazinin istediği hızla sürdürülebilir. Ve Bonapart rejimi, sıkılı demir yumruğunu gevşetmemesine rağmen yönetememektir. Çare olarak Bonapart, güç toplamak için dışarıda yayılmacılığı hedefleyen savaş konseptini devreye sokar. İşte tam bu aralıkta, tarih 1870’in 19 Temmuzunu gösterirken iç huzursuzluğu artan halkı, burjuva ulus devletin çıkarlarının yazılı olduğu mavi, beyaz, kırmızı bayrağın altında toplamak, burjuvaziye de kendisinden başka alternatifin olmadığını tanıtlayıp hanedanlığını garantilemek için Prusya’ya savaş ilan eder. Burjuvazinin ve III. Napolyon’un bir zafere ihtiyacı vardır, ancak umulan gerçekleşmez ve 2 Eylül 1870’de Sedan’da imparatorluk ordusu, Prusya ordusu tarafından bozguna uğratılır ve III. Napoleon tutsak düşer.

Aslında sonucun böyle olacağı bellidir. Zira Prusya ile savaşın ilk günlerinden itibaren işler ters gider ve cepheden yenilgi haberleri üst üste gelir. Bunun üzerine, Paris’te burjuvazi ve monarşi yanlıları arasındaki iktidar kavgası derinleşir ve Paris halkının basıncı ile Alman işgal tehdidine karşı Ulusal Muhafızların silahlandırılması kararlaştırılır. Egemen güçler arasındaki güç mücadeleleri, 2 Eylül teslimiyeti ile birlikte iyice ayyuka çıkar. Diğer yandan, Blanqui ve arkadaşları bir danteli işler gibi devrimi işlerler. Bonapart’ın ordusu ve tabanı çoğunlukla köylülerden oluşur. Paris’te ise sefalet içindeki proleterler, kent yoksulları; pahalılık, yüksek vergiler ve borç batağı nedeni ile mülksüzleştirilme tehlikesiyle karşı karşıya olan küçük üretici ve zanaatkârlar, adeta patlamaya hazır barut fıçısı gibidirler. Henüz sınıfsal bir saflaşma sözkonusu değildir. Bu süreçte tek örgütlü olan ve devrimci bir kalkışmayı başlatabilecek güç Blanquicilerdir. Ancak halk henüz burjuva ulusal meclis seçeneğini test etmemiş ve egemen güçlerle tüm köprüleri atmamıştır.

4 Eylül’de, Blanquicilerin başını çektiği Paris proletaryası, devrim çağrısını yapar ve Cumhuriyeti ilan eder. Tam bu süreçte ayaklanmanın erken olacağı kaygısıyla Marks İngiltere’den uyarır. Ancak yine o Marx, Komünarlar devrime kalkıştığında ise kitlelerin öz girişkenliğini, eylemini adeta esrimişçesine kutlayacak; devrimin zafere ulaşması için uyarılarını yapacak, devrimle yatıp devrimle kalkacaktır. Göğü fethe çıkan komünarlar olarak adlandırdığı Paris proletaryasının yenilgisinden ise büyük acı duyacaktır. Ama daha o son günü konuşmak için erkendir. Şimdi Paris proletaryası ve emekçi halkı, devrim dersinden tahtaya çıkmış bir çocuk misali heyecanlıdır.

Her şey Komün’e doğru akıyor

Paris proletaryası 4 Eylül 1870’te devrime hazır, yönetmeye ise hazır değildir. Siyasal krizden çıkış adına egemen güçler, Ulusal Savunma Hükümetini oluşturur ve dümene geçerler. Yeni hükümet, Fransa içlerine kadar uzanan ve Paris’e dayanan Alman işgaline karşı savaşma iradesini göstermez. Zira burjuva gerici hükümet için asıl düşman dışarıda değil içeridedir! 28 Ocak 1871’de hükümet Paris’i kuşatan Bismarck Prusyası ile barış imzalar ve Paris’i teslim etmeyi kabul eder. İşte ne olduysa bu aşamadan sonra olur. Büyük çalkantıların, altüst oluşların, ölüm kalım mücadelelerinin yaşandığı zamanlarda proletaryanın gözündeki perde bir anda açılıverir. Burjuva cumhuriyete dönük hayal ve beklentiler tuzla buz olur. Paris’in anahtarını düşmana teslim etmemek için Paris halkı, Ulusal Muhafızların etrafında toplanır ve işgale karşı koyar. Bu tarihten sonra, artık Ulusal Muhafızların burjuva hükümetle bağı kalmaz ve kentte adeta ikili bir iktidar durumu yaşanır.

Devrimin saati hızlanmıştır. Lenin, “Eski rejime karşı ayaklanan proletarya, biri ulusal, öbürü toplumsal iki görev birden yüklendi: Fransa’nın Alman istilasından kurtarılması ile işçilerin kapitalizm boyunduruğundan sosyalist kurtuluşu.” der ve şöyle devam eder: “Bu iki görevin bir araya gelmesi, Komünün en özgün özelliğini oluşturur.”

Delege sistemi ile sokak sokak, cadde cadde tüm Paris halkı Ulusal Muhafızlar içerisinde örgütlenir. Diğer yandan kendi kendisini yönetmek için komünleri, birlikleri oluşturur. Ulusal Muhafızlar geçici Merkez Komitesi seçilir ve bu komite işgalcilere ve burjuva-monarşist gerici Thiers hükümetine karşı Paris savunmasına öncülük eder. Diğer yandan dağılmış olan gerici iktidar da Bismarck’ın desteği ve teşvikiyle güçlerini organize eder ve Ulusal Muhafızların elindeki top ve silahları almak, Paris’i düşürmek için harekete geçer. Tarihin ne acı cilvesidir; yüreği her daim devrim devrim … diye atan ve Komün’e giden yolu döşemekte en fazla emeği olan Blanqui Komün’ün ilanından hemen önce tutuklanır ve Komün günlerinde bilinmeyen bir yerde hapis yatar.

18 Mart’ta Thiers hükümeti, orduyu, Ulusal Muhafızları silahsızlandırmak ve Paris’in kapılarını işgalci Prusya ordusuna açmak için harekete geçirir. Ancak ağırlığını kadınlar ve çocukların oluşturduğu Parisliler, askerleri karşılar. Devrimci propagandanın etkisiyle askerler, sınıf kardeşlerine silahlarını doğrultmaz, Komüncülere katılırlar ve başlarındaki halk düşmanı generalleri cezalandırırlar. Böylece 18 Mart, Komün devriminin başlangıç tarihi olur. Theirs ve şürekası, başkenti terkedip hükümeti Versailles’a taşır. Artık Paris, Prusya ordusu ile baş başadır. Saflar netleşmiş, ikili iktidar durumu sona erdirilip Komün ilan edilmiştir. Bundan sonrası, her günü gelecek kuşaklar için muazzam bir deneyim olan Komün günleri başlamış, proletarya diktatörlüğünün ilk örneği tarihteki yerini almıştır.

Komünü anlatmak için sayfalar yetmez. Biz en belirgin kimi karakteristik yönlerini anlatmakla yetineceğiz. Ama Komün günlerini ve yapılanları anlatmadan önce, Komün’de etkili olan siyasal akımlara kısaca değinelim.

Paris Komün’ünde etkin olanlar

Komün’de, asıl olarak iki siyasal akım etkindir. Biri Blanquistler, diğeri de Proudhoncular… 1. Enternasyonal’in de işçi mahallelerinde büroları vardır. Ve Komün’de Enternasyonalciler de yerlerini alır, ancak bu iki akım kadar etkin değildir. Enternasyonalciler arasında ise hem Marx’ın öğretisine hem de Bakunin’e yakın olan işçiler yer alır.

Blanqui devrime en hazır önderdir. Komün’ün hemen öncesinde tutuklanmış ancak Paris halkı tarafından Komün Konseyinin onursal başkanlığına seçilmiştir. Örgütlü bir gücü vardır ve bu güç 1830 ve 1848 ayaklanmalarının deneyimleri içerisinden gelmiş bir güçtür. Onun devrimci komplocu yönü sol jakobenizmden kaynağını alır. Sosyalizm anlayışı bulanık ve ulusalcılıkla bulaşık, küçük burjuva demokratizmini aşmayan bir çizgide olsa da devrimci bir diktatörlük olmaksızın devrimin ayakta kalamayacağını görecek kadar da uzgörülüdür. Komün 72 gün yaşadıysa Blanquicilerin bunda büyük bir payı var. Blanqui, dar bir çekirdeğin devrimci girişkenliğine ve devrimi zor yolu ile yapacağına inanıyordu. Sosyalizmle gün arasında köprüyü oluşturacak geçiş sürecini örgütleyecek, Monarşistleri ve burjuvaları ezecek devrimci bir diktatörlüğün zorunluluğuna işaret ediyordu. Onun proletarya diktatörlüğü tanımını ilk kullanan olduğu -1848 devrim sürecinde- bilinir. Paris Komünü, eksiği gediğiyle, doğrusu yanlışı ile bunun pratikleşmiş halidir adeta.

Proudhon, 1848 öncesi Sefaletin Felsefesi’ni yazarken, doğru yanlış sömürü sisteminin eleştiricisidir. 1848 sonrası ise onda çözüm arayışı öne çıkar. İktidar yıkıcılığı gibi bir yönü yoktur. Burjuva veya monarşist iktidarın iktisadi olarak nasıl ortadan kalkacağını yazar. Karşılıklı işbirliği (bu projenin faizsiz, ihtiyaç doğrultusunda kredi veren banka sistemini formüle eder) ve kooperatifçilik onun en çok sivrilen tezleridir. Mülkiyet karşıtlığı ile tanınır, ancak o küçük üreticinin mülkiyetine karşı değildir, keza kooperatifcilikte de mülkiyeti sonlandırma sözkonusu değildir. Ona göre burada, artık varolan şey mülkiyet olmaktan çıkmış zilliyetlik gelişmiştir. Devrimci değil reformcudur. Kooperatiflerin gelişmesi, birlikler devletin ortadan kalmasına yol açacaktır! İnsan özünde hiyerarşi karşıtlığı vardır ve birleşmiş üreticiler devlete gereksinim duymayacak, hiyerarşiyi ortadan kaldıracaktır. En küçük üretim birimlerinde (ki aileyi de bu anlamda değerlendirir) oluşturulacak ve kendi kendisini yönetecek komünlerin federalizmi ile herkesin özgür ve eşit olacağı bir dünya kurulacaktır. Onun anarşizmi, hiyerarşi ve otorite karşıtlığı ile bilinen anarşist akımların hepsini kesen bir yerde durmaz. Ancak Paris Komünü’nde Blanquistlerden sonra ağırlıkta olan akım budur. Ve anarşist akımların bugün de Paris Komünü’nü anarşizm tandanslı bir devrim olarak değerlendirmelerine vesile olan pratikler tam da Prouduncuların pratikleridir. Zira Bakunin’le yakın temas içerisinde olup Proudhonculuktan kopan Enternasyonalci Varlin gibi işçi önderlerinin, anarşist olsalar da, Komün’deki duruşları, pratikleri anarşist hareketin savunduğu biçimde gelişmez. Örneğin Varlin, Bakunin’in kolektivist anarşizminin de hilafına Paris Komünü’nün Milis örgütlenmesine dönüşen, ancak proletarya diktatörlüğünün kurumu olarak görülen Ulusal Muhafız Merkez Komitesi üyesidir.1 Yine Varlin, Komün günlerinde, Marx’ın da doğrudan devrimi yönlendirme perspektifi ile yazıştığı önderlerdendir.

Enternasyonalciler ise dediğimiz gibi daha zayıf bir akım olarak Komün’de yer alır. Bu kuşkusuz Enternasyonalin komün devrimine müdahale konusunda sonradan içeri giren kimi üyelerine rağmen böyleydi. Ancak her biri işçi olması ve bulundukları Paris’in yoksul mahallelerinde faal olmalarıyla Komün’de iz bıraktılar.

Komünist dünyanın muştusuydu erik çiçeği

Uzun gecelerin ve buzdan ayazların mevsiminde oldu: Bir sabah evimin bahçesindeki yasemen çiçek açtı, soğuk hava onun aromasını içine çekti; aynı gün erik ağacı da çiçek açtı ve kaplumbağalar uyandı. Bir hata oldu ve kısa sürdü. Ama bu hata sayesinde yasemin, erik ağacı ve kaplumbağalar bir gün kışın biteceğine inanabildiler. Ben de.” (Eduardo Galeano-Yürüyen Kelimeler)

Paris Komünü, bahar henüz tam gelmemişken, bir an güneşin açması, yaseminin çiçek açıp aromasını havaya salması ile açan bir erik çiçeği gibidir. Nitekim Marx, Eylül 1870’de erken bir ayaklanmanın yenilgi ile sonuçlanacağı uyarısında bulunur. Ama Fransa’da proletarya, tıpkı baharın müjdecisi erik ağacının tomurcuğa durması gibi canlanmış ve kaynamaktadır. Erik ağacı, güneşin toprağı ısıtmasını, dallarına cansuyunun akmasını beklemektedir. Paris halkı ise tarihin beklenmeyen bir şekilde hızlı akması ve Paris kapılarına dayanan düşmana karşı kentlerini, yaşamlarını, onurlarını savunmak için acele etmek zorundadır. Zamanı hızlandırmak, güneşe kement atıp ışınlarını yakalamak, Paris’i devrime hazırlamak zorundadır. Hem her yıl erik çiçeğini soğuk vuracak değil ya kimbilir göğü fethe çıkanlar da erken yola çıkmanın dezavantajlarını yürürken giderip kiraz zamanlarını daimi kılacaklardır.

Paris Komünü ile proletarya, tarihinde ilk kez egemen güçlerin çıkarları için sürüldüğü dış savaştan sonra silahlarını bırakmayıp iç düşmanına yöneldi. Devrim yapma kudreti olan proletarya kendi kendisini yönetme kudretine de sahip olduğunu söylemiş oldu. Yine proletarya, kurtuluşunun ne bir hükümet değişikliğinde ne de mevcut iktidarı ele geçirip yönetme erkini kendisinde toplamakta olduğunu gördü. Komünle doğrudan yıkıcı yaratıcı eylemini başlattı. Düzenli orduyu lağvetmesi de devleti tüm yapı ve kurumlarıyla yıkıp yerine dışında ve üstünde tahakküm ilişkisi kuracak bir güç bırakmaksızın proletaryanın ve emekçilerin yönetim organlarını komünleri geçirmesi de bundandı.

Öte yandan, Paris Komünü erken açan bir erik çiçeğiydi. Ve daha önünde kıştan kalma soğuk rüzgarlar, insanın içini donduran ayaz vardı. Belki bu dona ve ayaza dayanamayacaktı. Ama onun yenilgisi, esasta onu çepeçevre kuşatan Bismarck’ın Prusyasının gücünü arkasına alarak Paris’i kuşatan Versailles’daki burjuva-gerici dünyanın ordusu nedeniyle değil, “alışkanlıkların gücünü” kırmayıp Komün toprakları içinde “eski dünya”ya dokunmamış olmasındandı. Fransa’nın merkez bankasına, Paris banliyolarında yoksulluk ve sefalet kol gezerken, el koymamasındandı. Halk düşmanlarını içinden temizlemek için amansız bir savaşım vermemesindendi. Komün’ü ilan ederken devrimin yasalarını işletmeyip sınıf düşmanlarına karşı oldukça yumuşak kalpli davranmasındandı. Ancak onlar hiç de yumuşak kalpli davranmaz, Versailles’i kendilerine üs haline getirip güç toplar, Komüne nihai darbeyi vurmak için gün sayarlar. Komün, devrimi dışa doğru yaymak için kuşatılmayı beklemeksizin, burjuva gerici güçleri tepeleyip onları yeniden Paris’i kuşatamaz hale getirmeliydi. Bir yandan her üretim ve yaşam alanında komünleri işler kılıp üretim-yönetim birliğini sağlar, bürokrasiyi alabildiğine azaltırken diğer yandan devrimin korunması ve Paris’le sınırlı kalmaması için alabildiğine güçlü bir silahlı milis gücünü örgütlemeli, savaşın gereklerine göre güçlü bir askeri komuta yapısı oluşturmalıydı.

Paris Komünü’nün kaderini belirleyen, yukarıda ifade ettiğimiz iç yapısındaki zayıflık oldu. Bunlar bilinen ve sıkça üzerinde durulan noktalardır. Onu güçlü kılan yan ise atmış olduğu siyasal ve ekonomik adımlar, sakınmasızca Komünü savunma iradesini oluşturması, halkı silahlandırması … Daha ilk adımda kilise ile devleti birbirinden ayırması, kiliselere ait her türlü mal varlığına el koyması, kiliselerin sadece halk toplantılarının yapılmasına izin verirlerse ancak açık kalabilmesi; parasız halk eğitimi; sürekli ordunun dağıtılması ve milis örgütlenmesine geçilmesi; memurluğun kaldırılması ve tüm görevlilerin seçilebilir ve geri çağrılabilir olması ve aynı zamanda bu görevlilerin ücretlerinin ancak bir işçi ücreti kadar olabilmesi. Komün’e rengini veren bir diğer karar ise onu ulusal bir çerçeveden çıkartıp komün bayrağını dünya devriminin bayrağı haline getiren Fransız olmayan ve komüne katılan herkese tam hak eşitliği vermesi kararıdır. Bu onun ulusal sınırları parçalayıp evrenselleşme yönelimidir. Bu, dünyanın bütün işçileri birleşin çağrısının somut ifadesidir. Dün de bugün de nerede bir devrim toprağı varsa, nerede komün, komünist bir devrim varsa orası tüm devrimcilerin, komünistlerin toprağıdır. Polonyalı, Alman, Rus birçok sosyalist Komün’de etkin sorumluluk almış, son barikat düşene kadar savaşmış, kimileri oracıkta can vermiştir. Diğer yandan Komün, Kadın Komünarların devrimin ilk günü de dâhil her kader anında üstlenmiş oldukları rol, barikat savaşlarındaki korkusuz savaşçılıkları, gündelik hayatın örülmesi ve örgütlenmedeki sonsuz enerjilerine rağmen, ne Ulusal Muhafız Merkez Komitesi ne de Komün Konseyi için kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermişti. Ve Komün’ün hiçbir yönetim organında kadın üye yoktu. Kadın iradesinin bu şekilde Komün’e yansımamış olması büyük bir eksiklik ve Komün’ün bir diğer zaafıdır.

Kuşkusuz Komün sadece bu siyasal adım ve örgütlenmelerden ibaret değildi. Burjuvazinin terkettiği fabrikaların işçi birliklerine verilmesi ve çalışır hale getirilmesi, fırıncıların gece çalışmasının yasaklanması, eşit işe eşit ücret konusunda atılan adımlar, yüksek kira borçlarının ertelenmesi ve ödeme kolaylığı, daha önce ödenmeyen borca karşılık el konulan şeylerin geri iadesi ve tefeciliğin yasaklanması…

Ve en önemlisi de her kararın Komün tarafından alınması. Kimsenin Komün’ün üstünde ve dışında karar alma hak ve yetkisinin olmaması. Komün temsilcisi hiç kimsenin dokunulmaz kılınmamış olması.

Komün’ün bir sahnesi olan toplumsal savaş (yüzeysel koşulları dikkate değer bir şekilde değişmiş olsa da) bugün hala sürüyor. “Komün’ün bilinçsiz eğilimlerini bilinçli kılmak” (Engels) görevinde, son söz henüz daha söylenmedi.” (Paris Komünü Üzerine Tezler, Guy Debord, Attila Kotanyi, Raoul Vaneigem)

150 yıl önce yaşanmış olan Komün hala günceldir. Yazımız, bugün de önümüzü aydınlatacak Komün dersleri ile devam edecek.

1 Bakunin, “Paris Komünü ve Devlet Düşüncesi” makalesinde anarşistler içerisinde yaşanan ve Varlin gibi işçi önderlerinin anarşizmden sapan pratiklerini eleştirenlere şu yanıtı verir: Teorilerinde oldukça tutarlı olan pek çok sosyalistin, devrimci pratiklerinde yeterince sosyalistçe hareket etmeyen Paris’teki dostlarımızı suçladıklarını biliyorum. (…) Proletarya kurtuluşunun en zeki teorisyenlerinin dikkatini şu olguya çekmek istiyorum; Parisli kardeşlerimize açıkça haksızlık yapıyorlar, çünkü, en doğru teorilerle bu teorilerin pratik uygulaması arasında, birkaç gün içinde katedilemeyecek muazzam bir mesafe vardır. Örneğin, –ölümü kesinleşmiş olan insanlardan sadece birini anmak gerekirse– Varlin’i tanıma şerefine erişmiş herhangi biri, Varlin ve arkadaşlarının, derin, tutkulu ve iyi özümsenmiş sosyalist inançlarla hareket ettiklerini bilir.