28 Mayıs seçimi: Darbe zemini – Emir Arda

448

14 Mayıs’ta yapılan seçimlerin üzerinden, bir değerlendirme yapabilmek için, fazlasıyla zaman geçti. Hatta, hayatın akışının, bizim bu noktada geç kalmamıza sebep olduğunu da söylemek gerekiyor. Daha fazla geç kalmadan söyleyeceğimizi söylemek gerekir: İlk turun sonuçlarına baktığımızda, önümüzde, milletvekilliği seçiminde faşist iktidarın beklenmeyen bir şekilde galip geldiği; Cumhurbaşkanlığı seçiminin ise beklenen bir şekilde, ancak beklenmeyen bir sonuçla, ikinci tura kaldığı bir tablo var. Elbette, istatistiki veriler, kısmen değişen veya aynı kalan toplumsal-siyasal olguların, devrimcilerin yaptığı hamlelerin başarılı veya başarısız olup olmadığının, bazı (yer yer aldatıcı) yansımalarından başka bir şey değil bizler için. Ancak, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu tarif edebilmek ve 28 Mayıs özelinde geleceğe dair bazı yeni öngörüleri kısmen de olsa yapabilmek mümkün bu verilerden doğru. O yüzden, esas değerlendirmeyi sonra yapacak olmak kaydıyla, son bir haftaya dair bazı önermeler yapabilmek için, kısa ve yüzeysel de olsa bir değerlendirme yapmakta fayda var.

Seçim öncesi beliren alametler

Biz, Nisan ayının sonu, Mayıs ayının başında, bu seçimlere dair görüşlerimizi ve öngörülerimizi anlatmaya çalıştığımız, iki ayrı bölüm halinde, bir çalışma yayımlamıştık.1 Bir değerlendirme yaparken, hem yanılgılarımızı görebilmek, hem de fikri bütünlüğümüzü koruyabilmek için, o çalışma üzerinden ilerlemek faydalı olabilir. O çalışmada, kendimizce tarif etmeye çalıştığımız bir nesnel zeminin üzerinde, bu seçimlerin öneminden ve geleceğin nasıl şekilleneceğini belirleyebilecek bir eşik olduğundan bahsetmiştik. Buradan hareketle, bu seçim düzeneği içerisinde, tarafların nasıl ve ne doğrultuda saflaştığını değerlendirmiş; yaşanmış ve yaşanmakta olan olay ve olguların, hangi olasılıkları önümüze çıkardığını belirlemeye çalışmıştık. O çalışmada söylediklerimize göre, ilk turda olmasa da ikinci turda, “özellikle HDP’nin desteğinden sonra, Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığını, Erdoğan’a karşı, kazanacakmış gibi duruyor”du. Ayrıca, milletvekilliği seçimine dair de, gelişmiş olan saflaşmanın, her iki egemen blokun da, 300 milletvekiline ulaşamadığı bir aritmetiği karşımıza çıkarabileceğine” dair bir tespit yapmış, mealen HDP’nin mecliste kilit parti olacağını ummuş ve söylemiştik. Bu iki konuda yanıldığımız açıktır!

Ama bu iki konunun ötesinde, tüm bunlardan ve başka bazı şeylerden doğru, iki ana-olasılık ve bunlara bağlı olarak gelişebilecek bazı yan-olasılıkları anlatmaya çalışıp, bunlara dair de önermelerde bulunmuştuk o çalışmada görüleceği üzere. Bugün, bu ana-olasılıklardan ilkine odaklanmak, doğru olacaktır. O çalışmaya bakıldığında, bu ana-olasılıklardan ilkini, mevcut iktidar, eğer kendisini güvende hissetmez, ‘kazanımlar’ını kaybedeceğini düşünür ve gözü karartırsa, seçim süreci sürerken veya sonuçlar açıklandıktan sonra, hükümeti devretmemek için bir sıcak İÇ SAVAŞ’ düzlemi oluşturarak darbe yapmaya çalışabilirdiye tarif ettiğimiz görülecektir. Ama bunun öyle bodoslama bir şekilde gelişmeyeceğini” de söylemiştik tabii ki. Nasıl gelişebileceğini ise mevcut iktidar, elindeki imkanları kullanarak, her ne kadar sandık güvenliği vb. üzerinden 2019 Mart’ına dair methiyeler dizilse de, seçimin ilk turunda, ‘adam kazandı Muharrem’ ve ‘ırkçı Sinan Oğan’ ikilisinin, tıpkı 2017 ve 2018’deki ‘pusula-sandık oyunları’yla ve manipülasyonlarla olduğu gibi, toplamda %7-8 gibi bir puanı Kılıçdaroğlu’ndan devşirmelerine ‘yardımcı’ olarak, seçimin ikinci tura kalmasını sağlayabilir.” diye bir kurgu yaparak öngörmeye çalışmıştık.

Bu öngörüden doğru, seçimin bu şekilde ikinci tura kalması demek, darbeye uygun bir zeminin açılmış olması demektir. Buradan sonra, eğer gözü karartmışlarsa, kitlelerin ‘istikrar ve güvenlik kaygısı’nı arttıracak ve muhalif kitleleri yıldıracak faşist bir terör dalgasını tertipleyip, bu zeminde bir ‘sıcak İÇ SAVAŞ’ düzlemini oluşturarak, bir darbe yapmaya çalışabilirler.” diye de söylemiştik. Ayrıca, bu “sıcak İÇ SAVAŞ”ın, bizce ortaya çıkan bazı göstergelerini sıraladıktan sonra, bunların hiçbiri olmasa da, ‘pusula-sandık oyunları’yla, YSK üzerinden, ilk turda [veya ikinci tur] bile seçimi kazandıklarını da ilan edebilirler tabii ki; bu da bir darbedir.” diye de eklemiştik. Sonrasında ise eğer iktidar işi buraya kadar getirdiyse, onları bu yoldan döndürebilecek tek şeyin, yaygın ve etkin anti-faşist bir kitlesel direnişten başka bir şey olmadığını söylemek gerekiyor.” diye ekleyip, gelişmesini arzu ettiğimiz bu direnişe dair bazı yorumlar ve öneriler yapıp, bu direnişin gelişebilecek olması durumunda yaşanabilecek yan-olasıkları da anlatmaya çalışarak, devam ettirmiştik çalışmayı.

Bu çalışma yayımlandıktan sonra, seçim gününe kadar olan süreçte, yani ortalama iki hafta içerisinde, birçok olay oldu. Bu iki haftalık sürecin, ilkin, HDP çevresine ve devrimci örgütlere yapılan yaygın operasyonlarla başladığını söyleyebiliriz. Bu, gelişebilecek ve darbe girişiminin önünü kesebilecek tek şeyin, yani “yaygın ve etkin anti-faşist bir kitlesel direniş”in, önünü kesme girişimiydi. Erzurum’da İmamoğlu’nun taşlandığı, “provokasyon” olmasın diye tarihleri kesişen büyük mitinglerin öne çekildiği ve “Movie Maker üretimi videolar” üzerinden yapılan siyasi manipülasyonların yoğunlaştığı, bir olaylar silsilesi de, bu operasyonların ardı sıra geldi. Kılıçdaroğlu’nun “YSK’ya güvenmiyorum” açıklamasının ardından, çevir kazı yanmasın misali, “seçim gecesi sokaklara çıkmayın” açıklaması da dikkat çekiciydi açıkçası. Tüm bu hamleler, anti-faşist direnişin önü kesilemediği taktirde oluşturulacak olan “sıcak İÇ SAVAŞ düzlemi”nin iktidar tarafından hazırlandığı hamlelerdi. Mİ tarafından yapılan hamleler ise gelişebilecek böylesi bir düzlemden korkulduğu için, geri adım atarak, iktidarın inisiyatif üstünlüğüne razı gelip, anti-faşist direnişin önüne set çekilmeye çalışıldığı, hamlelerdi.

Ancak, bu birçok olayın içerisinde, en dikkat çekeni, kuşkusuz olarak, “adam kazandı Muharrem”in, bir operasyon sayesinde adaylıktan çekilmesiydi. Uluslararası bir istihbarat örgütümüz olmadığı için bunun kim tarafından yapıldığını söyleyemeyiz. Söylemeye çalışırsak da spekülasyon yapmış oluruz. Ama Kılıçdaroğlu’nun Rusya’yı suçlayan tweetinin bir manipülasyon olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Öyle ki, bu operasyonun, kim Kılıçdaroğlu kazansın istiyorsa onun tarafından yapıldığı çok açık. Zaten, İnce bu şekilde adaylıktan çekilince de, her ne kadar “ırkçı Sinan Oğan” duruyor olsa da, Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanması iyice kesinleşmiş gibi olmuştu. Borsaya akın eden sermaye, böyle düşündüğü için akın etmişti! Durum böyle olunca, Erdoğan, Twitter’dan, kendi kitlesine, “15 Temmuz”u işaret eden bir çağrı yaptı. Ardından, YSK, GAMER (İçişleri Bakanlığı), Turkcell ve TRT’nin, seçim gününe dair yaptığı hazırlıklar tek tek faş oldu. Bu ifşaların gösterdiği üzere, “15 Temmuz” lafzı, sadece bir retorik olarak kullanılmıyordu. Bu lafza uygun bir hazırlığın yapıldığı da aleni bir biçimde ortadaydı…

Seçim günü ve sonrası: Rehavet ve hezimet

Bu hazırlığın kapsamı ise seçim günü ortaya çıkmış oldu. Öyle ki, oy kullanma başladıktan sonra, sabahın erken saatlerinden itibaren, artık herkesin kanıksadığı, her seçim Kürdistan’da yaşanan olayların görüntüleri, internete düşmeye başlamıştı bile. Ancak Kürdistan dışında ortalık süt limandı; tabii yersen! Sayımlar başladıktan ve yayın yasağı kalktıktan sonra ise AA’nın, her zamanki yaptığı manipülasyonlar devreye girdi. Ama garip olan(!), ANKA’nın, KRT’nin ve Halk TV’nin de bu manipülasyona ortak olmasıydı… Her seçimden farklı olansa, iktidarın sınırsız itirazda bulunarak, oy sayımını kitlemeye yönelik yeni bir taktiği uygulamaya almasıydı. Oy sayımını öyle bir kitlediler ki, her seçimde, en geç saat gece 12’de biten sayım, saat gece 2 olduğunda halen bitmemişti. Ancak tüm bunlara rağmen, belediye başkanlarının yaptığı açıklamaların, CHP’nin, buna karşı kuyruğu dik tutacağı yanılsamasına yol açtığını da söylemek gerekir. Ömer Çelik’in, belediye başkanlarına karşı yaptığı açıklama ve bunun bir “demokrasi şöleni” olduğunu söylemesiyse, iktidarın “gizli bir plan”ı olduğunu, satır aralarında göstermekteydi. Ardından, Ali İhsan Yavuz’un, “Salı saat 15’e kadar itiraz edeceğiz” minvalindeki açıklaması, bu planın ilk hedefinin, muhalefeti yıldırarak seçimi ikinci tura bırakmak olduğunu, resmen ilan etmiş oldu.

Burada garip olan başka bir durum da, YSK verilerinin, AA ve ANKA’ya tezat bir biçimde, belediye başkanlarının söylediklerine uygun olarak, Kılıçdaroğlu’nu, önde göstermesiydi. Sonra, gecenin ilerleyen saatlerinde, bu YSK verileri, daha henüz sisteme girilmemiş milyonlarca oy olmasına rağmen, bir anda durdu. Buna eş zamanlı olarak, CHP’nin kendi yaptığı seçim sistemi de kitlendi. Tüm bunlar olmadan çok kısa bir süre önce “öndeyiz” diyen Kılıçdaroğlu ve CHP’liler, bir anda susuş kumkumasına büründüler. Hiçbir şey olmasa da bir şeyler oldu!”2 Bu susuş kumkumasından sonra ise YSK, bir anda durmuş olan sayımı, kaldığı yerden devam ettirdi. Sonuç belli olmuştu: %49.5 ile Erdoğan öndeydi, ancak, seçim ikinci tura kalmış görünüyordu. Sonuç belli olduktan hemen sonra, Erdoğan, hiç beklemeden, her zamanki balkon konuşmasını yaptı. Zafer naraları atarak, mealen, “yurtdışı oylarıyla ilk turda kazanabileceklerini”, öyle olmasa da, “ikinci turun başları üstünde yeri olduğunu” söylüyordu. Bu çıkış, Mİ’nın, kof bir diş göstermenin altına gizlenerek, bir direnişin önünü kesip, ikinci turu kabullenmesine yol verdi. HDP ise, gece 3 civarı yaptığı açıklamayla, YSK verilerinde “ıslak imza taramaları”nın olmadığını ve verilerin şaibeli olduğunu söylemesine rağmen, sonucu ve ikinci turu, Mİ’nın koyduğu bu çerçevenin içerisine dahil olarak, ardı sıra kabul etti.

Şimdi tüm bu yaşananları, Erdoğan’ın, seçim sonrası, AKP genel merkezinde, 28 Mayıs için yaptığı resmi açıklamaya baktıktan sonra, değerlendirmeye alabiliriz. 14 Mayıs günü yaşananları kendince anlattıktan sonra, 28 Mayıs için şöyle demiş Erdoğan: “Seçimi açık arada geride bitirmelerine rağmen suyu bulandırmak için her şeyi yapıyorlar. Şayet biz sağlam durmaz faaliyetlerimizi aynı şekilde yürütmezsek karşı tarafın bu nobran tavırlarıyla sandıkların üzerine çökeceğinden şüpheniz olmasın.” Tüm bunlara, “muhalefetin faşist olduğunu”, “seçimleri ve demokrasiyi hazmedemediğini” vb. eklemekten de geri durmamış şahıs. Sonra, 14 Mayıs günü kendilerine oy vermeyenlere yönelik nasıl bir çalışma izleyeceklerini anlatıp eklemiş: Elbette tüm bunları yaparken seçim günü sandıklara sahip çıkmayı da ihmal etmeyeceğiz. Hiçbir vatandaşımızın oyunun zayi olmasına, gasp edilmesine, sandık başı oyunlarıyla yok sayılmasına fırsat vermeyeceğiz.”

Kişi kendinden bilirmiş işi! O kadar planlı ve bilinçli olarak çalışmışlar ki, Erdoğan, yaptıkları şeyin ne olduğunu, siyasal olarak neye karşılık geldiğini, çok sade bir biçimde tanımlayabiliyor. Yaptıkları şeyi de, bir faşiste yakışır bir manipülasyonla, karşı tarafın üstüne yıkmaya çalışıyor. Hiç tereddütte kalmadan, Erdoğan’ın kendi cümleleriyle söylüyoruz olanı: Mevcut iktidar, YSK tarafından açıklanan sonuçlara ulaşabilmek için, sandık başı oyunlarıyla oy çalmıştır, hem de öyle az-buz değil, çok sayıda oyu, alenen çalmıştır; muhalefetin oylarının zayi olmasını sağlamış, zayi edemediğini gasp etmiştir; kazanamadığı ve güçlü olduğu her yerde, muhalefeti yıldırabilmek için tüm imkanları seferber ederek, sandıkların üstüne çökmüşr. Öyle ki, özellikle Kürdistan’da, yüz binlerce oyun geçersiz sayıldığı; “412 tırı-vırısı”yla, polis-jandarmanın, fazla fazla mükerrer oy kullandığı; özellikle yine Kürdistan’da iktidarın lehine olacak şekilde blok oyların kullanıldığı; oy çuvallarının mühürlerinin kırıldığı; ıslak imzalı tutanaklara rağmen, başta HDP olmak üzere, muhalefetin ve Kılıçdaroğlu’nun, 4-5 bin sandıktaki, sayısı tam net olmayan oylarının, faşist bloktaki partilere ve Erdoğan’a aleni bir biçimde yazıldığı; içinde milyonlarca oy bulunan büyük kentlerdeki 20 bin sandığın şaibeli olduğu bir seçimdir bu seçim!

İşte böylesi bir günün sonunda, Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Erdoğan’ın %49,5, Kılıçdaroğlu’nun %45, “ırkçı Sinan Oğan”ın %5 aldığı bir sonuç ortaya çıktı. Mevcut iktidar faşist blokun %49 ile 322 vekil, restorasyoncu Mİ’nın %35 ile 213 vekil, EÖİ’nın ise %10.5 ile 65 vekil koltuğu kazandığı meclis aritmetiği de, bunun cabası oldu. Bu sonuçlara göre, HDP, 2018 seçimleriyle kıyaslandığında, en az 1 milyon oy; bu seçimde doğalında arttırması öngörülen miktar düşünüldüğünde ise 1.5 milyon oy kaybetmiş! HDP, ortalama 1.5 milyon oy değil de, 500-750 bin arası oy kaybetseydi, bu durumu, seçimin sonucu ortaya çıkan ama beklenmeyen birçok sonuçta olduğu gibi, salt siyasal-toplumsal gerekçelerle ve HDP’nin yanlış hamleleriyle açıklayabilir ve eleştirebilirdik. Bunun ötesinde, örneğin, Kılıçdaroğlu %48, Erdoğan %47 vb. ile bitirseydi bu seçimi ve bu şekilde kalsaydı seçim ikinci tura, iktidar beklenmedik bu sonuçla, %42-45 bandından yükselerek oylarını arttırmış olmasına rağmen, salt siyasal-toplumsal gerekçelerle ve iktidarın seçim öncesi hamleleriyle açıklanabilir bir sonuç olurdu bu. Yapılması gereken açıklama bellidir: Bu sonucun, bu şekilde gelişmesinin sebebi, yukarıda kanıtlarını Erdoğan’ın cümleleriyle sıraladığımız bir operasyonun, iktidar tarafından gerçekleştirilebilmiş ve buna karşı herhangi bir direnişin, iktidarın inisiyatif üstünlüğüne razı gelen Mİ’nın ön kesmeleri ve EÖİ’nın bu ön kesmelere eşlik etmesi yüzünden gelişmemiş olmasıdır!

Ancak salt siyasal-toplumsal gerekçelerle ve hamlelerle açıklanamayan ve bir operasyon sonucu meydana geldiği bütün kanıtlarıyla ortada olan bu sonuç, iktidarın bir başarısı değildir! Bu sonuç, seçim güvenliği üzerine bol keseden konuşan ama iş ciddiye binince susuş kumkumasına bürünen muhalefetin bir başarısızlığıdır! Bu durumun, hem restorasyoncu Mİ açısından, hem de kendisini bir “mücadele ittifakı” olarak lanse eden EÖİ açısından, bir hezimet olarak tanımlanması gerekiyor! Mİ “devlet aklı” gereği böylesi bir hezimete zaten tavdır. Ama “devlet aklı”na sahip olmayan EÖİ’nın da bu hezimeti yaşamasının sebebi, düzen içi siyasetin konforuna tav olmuşluğun, yarattığı bir rehavet halidir! Bunun sadece bir seçim değil, yürümekte olan bir savaşın, önemli bir cephesinde, kendine özgün bir biçimde gerçekleşen sert bir muharebe olduğunu düşünürsek, savaşta yaşanan böylesi bir rehavetin hezimetle sonuçlanması da kaçınılmazdı zaten. Ki mesela, eğer ki bir muharebede, nöbette uyursanız, eğer şansınız yaver giderse, en iyi olasılıkla, askeri disiplin gereği, kendi tarafınızda cezalandırılırsınız; eğer o gün şans sizden yana değilse de, siz uyurken, sipere ya da mevziye giren bir düşman askeri tarafından öldürülmeniz, hazin bir son olur. Muhalefet cephesinin siyasal temsilcilerinin hüznü, işte bundan kaynaklıdır!

Tüm bu sürece baktığımızda, iktidarın, seçimi, ikinci tura, kendisinin avantajlı olacağı bir biçimde, bir operasyon sayesinde bıraktığını ve 28 Mayıs seçimlerinin nasıl olacağını belirleyecek bir darbe zemini açtığını söylemek gerekiyor! Evet, iktidar, bu zemin üzerinde, istese yaratabilecek olduğu bir “sıcak İÇ SAVAŞ” düzlemini henüz yaratmamıştır; hatta belki yaratmayacaktır da. Gelişmiş olan olay ve olgulara baktığımızda, buna, bir yanıyla gözünün kesmediğini, diğer yanıyla da zaten gerek kalmadığını görebiliyoruz. Gözünün kesmediğini, iktidar temsilcilerinin, her fırsatta dillendirdikleri “demokrasi şöleni” lafzından anlayabiliriz. Öyle ki, bu lafız, iktidarın, gözünü korkutan güçlere, “bakın bizde her şey normal” demesinden başka bir şey değil! Gerek kalmaması da, iktidarın, elindeki imkanları kullanarak ve muhalefetin rehavetini fırsat bilerek, direnişin gelişmesini engelleyebilmiş olmasından kaynaklanıyor. Yukarıda işaret ettiğimiz o çalışmadaki bir dipnotta, belli göstergelerden kaynaklı, Mİ’nın edilgen de olsa bir direnişe geçebilecek olması olasılığından bahsettikten sonra, ama buna güven olmayacağını, sonuçta kutunun içinden hıyar da çıkabileceğini söylemiştik. Açıkça söylemek gerekiyor ki, öyle olmuştur, kutunun içinden hıyar çıkmıştır! Önemli olan, “mücadele ittifakı” EÖİ ve biz devrimciler, bu hıyarı neden ve nasıl yedik!?

Endişeye mahâl yok!

Elbette, yukarıda da değindiğimiz üzere, bu seçim sonuçlarını, salt iktidarın yaptığı operasyon ve buna karşı bir direnişin gelişmemesi üzerinden değerlendirmek eksik ve yanlış olur. Öyle ki, bu seçim, siyasal-toplumsal olarak oldukça önemli olguların gün yüzüne çıkmasına sebep oldu. Bu yaptığımız değerlendirme, sadece ilk tura dair, 28 Mayıs gününü nasıl ele almamız gerektiğini anlatmak için yapılmış yüzeysel bir değerlendirme. Ancak, üstün körü olsa da, söylemek gerekiyor ki, Türkiye toplumu, pandemi olmadan, yani kriz derinleşmeden önce neredeyse oradadır! Bunun sebebi de, Türkiye solunun ve devrimcilerin, düzen-içi siyasetin yarattığı konfora tav olarak, kitlelerden koparak ve onlara rağmen siyaset yaparak; demokrat, reformist ve parlamentarist bir çizgiye savrulmuş olmalarıdır! Kürdistan’da ve Batı’da, HDP’den CHP’ye kaçan kitlelerin başka bir açıklaması yoktur. Ayrıca, kentlerde bir öfkenin büyüdüğü görülebiliyor olsa da, taşrada iktidarın rıza üretebilme kapasitesinde herhangi bir eksilme olmadığı da görülmüştür. Ki savrulmadan ve yetersizliklerden kaynaklı, kentlerde büyüyen bu öfke de, ırkçı-faşist akımlar tarafından, olmadı Mİ marifetiyle, absorbe edilmektedir. Ezcümle, Demirel’e atıfla, iktidarı yıkacağı söylenen o boş tencerenin, içerisinde bir isyanı pişirecek bir öncü olmayınca, sadece bir boş tencere olduğu ortaya çıkmıştır!

Tüm bunlar uzun uzadıya üstünde düşünülmesi ve üzerine çözümler üretilmesi gereken oldukça önemli olgular. Her ne olursa olsun, önümüzdeki süreçte, gün yüzüne çıkan bu olguları es geçerek geçerli bir siyaset üretebilmek mümkün değil. Ancak, bugün odaklanılması gereken, ilk turda, etkin bir direnişin gelişmemesinden kaynaklı, iktidar tarafından bir operasyonla açılabilmiş olan darbe zemininin üzerinde, yani 28 Mayıs seçim gecesinde, neler yaşanabileceğidir. Bu noktada karşımızda üç olasılık çıkıyor:Birincisi; Mevcut faşist iktidarın, ilk turda yaptığı gibi, manipülasyonlar ve operasyonlarla, bunlara karşı etkin bir direniş gelişmediği taktirde, seçimi YSK üzerinden kazandığını ilan ederek, bir darbe yapacak olmasıdır.İkincisi; Mevcut iktidar gözünü karartamadığı taktirde, Mİ’nın, “ırkçı Sinan Oğan”a oy veren faşist güruhu kendilerine yakışır şekilde tavlayarak, iktidarın manipülasyonlarını-operasyonlarını engelleyerek ve Batıda sandığa gitmeyen kitlelerin oy kullanmasını sağlayarak, Cumhurbaşkanlığını kazanacak olmasıdır. Üçüncüsü; Mevcut iktidarın, ilk turda olduğu gibi bir operasyon yapmaya çalışması durumunda, artık Mİ’na bu konuda güvenmemesi gereken devrimcilerin, bu operasyona ve faşist darbeye karşı, artık aklının başına geldiğini umduğumuz EÖİ ile birlikte, etkin bir direnişin başlamasını sağlayabilecek olmasıdır.

Bu olasılıklardan, birincisi gerçekleşirse; teslim olunmadığı taktirde, her an kendiliğinden bir isyanın patlak verebileceği, faşizme karşı direniş eğilimlerinin derinleşeceği, en geniş kitlelerin faşizme karşı direnişe hazır hale geleceği vb. bir nesnelliğin” içerisinde, faşizmin kurumsallaşmak ve kalıcılaşmak için saldırılarını arttıracağı ama krizin de derinleşerek yoğunlaşacağı koşullarda”, devrimciler, gelişen olay-olgulardan gerekli dersleri çıkartıp, eleştiri ve özeleştiriyle, sürece uygun hale gelerek, mücadeleyi sürdürmelidir. Özellikle öfkenin büyüdüğü büyük kentlerde, kurulacak olan hükümetin faşist bir darbe hükümeti olduğunu ve bu hükümetin yapacağı tüm saldırıların asıl hedeflerinin ne olduğunu, her türden yöntemle sürekli teşhir ederek, faşizme karşı direniş eğilimlerini derinleştirecek ve kitleleri devrimcileştirecek bir hat uygulanmaya alınmalıdır. Devrimcilerin yürüttüğü ve yürütmesi gereken yıldırma-yıpratma savaşı, tüm mümkün olan biçimleriyle, dün olduğu gibi yarında, kaldığı ve durduğu yerden tekrar başlayarak, devam etmelidir!

İkincisi gerçekleşirse; zaten bir acayip olan memleket daha bir acayip olacaktır! Ortaya çıkan meclis aritmetiğinden kaynaklı oluşacak olan Cumhurbaşkanlığı ve meclis arasında ki uyumsuzluk, çok ciddi bir siyasal krizin gelişmesine yol açacaktır. Sürmekte olan ekonomik-mali krizle birleşen bu siyasal kriz, fay hatlarının üst üste binmesine sebep olabilir. Bu süreçte daha da derinleşecek olan egemenler arası çelişkiler, devrimcilerin faydalanabileceği birçok durumun gelişmesine de yol açabilir. Bu derinleşecek krizin sonunda, devrimin mi yoksa karşı-devrimin mi güçleneceğini belirleyecek olan ise devrimcilerdir. Yaşadıklarımızdan gerekli sonucu çıkartırsak, şu seçim-meçim-meclis cenderesinden çıkıp, düzen-içi siyasetin, reformizmin ve parlamentarizmin etkilerinden kurtulup hakimiyetlerini kırabilirsek, süreci belirleyebilecek bir güce pek tabii kavuşabiliriz.

Üçüncüsü gerçekleşirse; iktidarın bir tereddütte mi kalacağını, yoksa, polis, jandarma ve faşist güruhlar vb. marifetiyle bir “sıcak İÇ SAVAŞ” düzlemi mi oluşturacağını ise hayat gösterecektir. İktidar, tereddütte kalırsa, gelişecek olan sürecin içerisinde, devrimciler, taarruza geçebilecekleri bir güce kavuşmak için, son süreçten gerekli dersleri çıkartarak, hiç beklemeden hızlıca hazırlıklarını yapıp, bu hazırlıkları tamamlamalıdırlar. İktidar, bir “sıcak İÇ SAVAŞ” düzlemi oluşturursa da, ilk anda bir zafere ulaşması zor olan direnişi, olabildiğince uzatacak bir kararlılıkta mücadeleye atılmalıdırlar. Ayrıca, bu sürecin gerçekleşebilmesi ancak teyakkuz halinde olmaya ve esas itibariyle bir darbe zemini olan 28 Mayıs gecesi sokakları tutmaya devam ederek mümkün olabilir. Ki zaten, böylesi bir direniş, hele bir gelişsin, bu duruma dair söylenecek ve yapılacak çok şey olacaktır!

İşte tüm bunlardan kaynaklı endişeye mahâl yok! 28 Mayıs gecesi, ciddiyetimizi koruyalım, rehavete kapılmayalım, kararlı olalım ve dik duralım, şimdilik bize yeter! Sonrasında, ne gibi bir durum gelişirse gelişsin, şu seçim-meçim cenderisinden kurtulmak, düzen-içi siyasetin her renkten hakimiyetini kırmak ve gerçekten devrimci bir strateji tasarlayıp hazırlamak için fazlasıyla zamanımız olacaktır!

Dipnotlar:

1 https://komungucu8.com/2023/04/28/buhran-gecis-evresi-esik-i-emir-arda/ & https://komungucu8.com/2023/05/01/buhran-gecis-evresi-esik-ii-emir-arda/

2 Ne kadar doğrudur bilinmez ama Gülenciler, Kılıçdaroğlu’nun, ANKA ile örtülü ilişkisi olan ve verilerin CHP’ye iletilmesinden sorumlu olan Tuncay Özkan yüzünden sinir krizine girip, kapıları tekmelediğini söylüyorlar!