Yeniden İnşanın Sürekliliği ve Yeni Bir Atılım İhtiyacı Üzerine – M.Börklüce Efe

1827

Devrimler tarihi, iç ve dış krizlerin birbirlerine bağıntılı olarak iç içe yaşandığı ve bu krizlerin belirli devinimleri kesintisiz bir şekilde yarattığı mücadeleler birikimidir. Bugün yaşanılan sürecin aslolarak böyle bir diyalektikle ele alınması gerekmektedir. Krize yönelik yapılacak her müdahalenin yönelimi nereye ve ne şekilde kanalize olursa, devinimin karakteride o şekilde olacaktır. Her toplumsal sınıf doğalında kendini krize uygun olarak tekrar örgütlemek ve biçimlendirmek, buna uygun olarak örgütlenme modellerini yaratmak durumundadır. Yaşanan toplumsal krizi ve buna elbette son kertede bağlı olarak gerçekleşen iç krizi ileriye doğru yöneltebilecek bir yeniden inşa faaliyeti ve buna değin gerçekleştirilecek atılımın gerekliliği gün be gün karşımıza çıkmaktadır. Çokça değindiğimiz üzere tüm statükocu bentler yıkılmalı, eskiyide içeren yerden sürekli olarak bir yeni yaratılmalıdır.

Devrim hedefine bağlılık, tüm yaşamın merkezine oturtulduğu bir devrim olgusu, bu bentleri yıkmanın yolunda, Komünarların elinde ki en büyük silah olarak şekillenir. Statükoculuğun panzehiri, yeniye göre şekillenmeyi mümkün kılacak bir netlik durumunun oluşturulmasıdır. Yapı diyalektiğinden hareketle, yapıtaşının binayı belirlediği gibi binanın bürünmesi gereken özgül koşullarda yapıtaşını belirlemektedir. Hedefe bağlı olma durumu, yani hedefe göre şekillenme durumu, yenilenme kabiliyetine sahip bir örgütlenmeyi gerektirirken bu kabileyetin geliştirilebilme durumuda, bu yeteneğe sahip bir kadroya ihtiyaç duyar. Bu analizin kendisi verili koşullarda, Komünarların önüne çıkmakta olan ve çıkacak her engelin aşılmasının ilk adımı olarak önümüzde durmaktadır. Bu durum ileride tüm ayrıntısıyla ortaya konacaktır. Devrim mücadelesinin ihtiyaçlarını ise günümüz koşullarında, proleterya başta olmak üzere, buna uygun tüm dinamiklerin karşısında dikilen koşulların analizi ile belirlenebilir.

Ana hatlarıyla ele almak gerekirse, özellikle Haziran Ayaklanması’ ndan bu yana gelişen, 6-8 Ekim Ayaklanması ile devam eden ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimi ile gelişen koşullar toplumsal bir siyasal krizin tüm momentleriyle hakim olduğunun açık bir göstergesidir. Haziran Ayaklanması’ nın, 6-8 Ekim Ayaklanması’nın ve Rojava Devrimi’nin bir sonucu olarak gelişen ve 7 Haziran seçimlerinde cisimleşen, işçi sınıfının ve ezilenlerin devrimci hareketlenmesi burjuvazi ve onun siyasal iktidarı olan AKP hükümetinde bir tedirginliğe yol açtı. Bu siyasal krizden bir çıkış hamlesi olarak AKP hükümeti Temmuz 2015’de, kendisine karşı gelişen toplumsal muhalefete karşı bir savaş politikası ile karşılık vermeye başladı. 20 Temmuz’da sosyalist gençliğe, 24 Temmuz’da Medya Savunma Alanları’ na yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, sonrasında HDP binalarının yakılması durumu ve en son olarak 10 Ekim Ankara Katliamı ile birlikte, sosyalist hareketin kabuğuna çekilmesi sonucu, gelişen ve gelişmekte olan toplumsal muhalefet fiili olarak bastırılmış bulundu. Bunun sonrası gelişen 16 Nisan Referandumu süresince ve onun sonrasında gelişen toplumsal muhalefet yine bir öncülük sorunun ve atıl kalmanın sonucu olarak, yenilgiler silsilesine bir madde daha olarak eklenmiş bulundu.

Temel hatlarıyla değindiğimiz bu genel güncel durum, sonrasında daha da genişletilebilir. Ancak buradan çıkartılması gereken sonuç, bu atıl kalma durumunun derhal giderilmesi ve her dakika derinleşen bir siyasal krizin devrimci dinamiklerle derinleştirilmesi, ezilenler lehine bir dönüşüme uğratılması ihtiyacıdır. Sınıf savaşımın da devrimci proleteryanın bir mevzisi yenilgiye uğrayabilir, tüm güçleri bir kuşatma altında kalmış olabilir. Fakat bunun sonucu olarak devrimci örgüt bütünen bir yenilgiye uğramaz. Koşullar onda ne atıl kalma durumunu ne de öncülüğü üslenememe durumunu yaratabilir. Yenilgiye uğrayan mevziler tekrardan kazanılmalı, yerine yenileri koyulmalı, kuşatma dağıtılmalıdır. Buna bağlı olarak atılımcı bir ruh ile devrimci bir taarruz başlatılmalıdır. Karşısı bir durumun sonuçları apaçık ortadır. Sebepleri ise hedefte net olamama durumu, ideolojik bir keşmekeş ve moralman bir çöküntüdür.

Memleket güncelinde bugün reformist ve revizyonist, sağcı yapıların yada atıl kalmış devrimci sosyalist hareketin tutundukları tavır apaçık ortadadır. Bir renk ile sıfatlaşan sözde” kuvvetler” yada faşist tahakküm ortamına karşı, onun çizdiği sınırlar dahilinde yürütülen bir “demokrasi mücadelesi” yada savunma durumunda kitlenen bir meşru siyasal alan çalışması var olan devrimci dinamiğin tüm gücünü olağanüstü bir şekilde sömürmektedir. Sözde “kuvvetler”, altı boş bir “savunma” çağrısıyla kandırabildikleri ölçüde toplumsal muhalefeti kandırmakta, mücadeleyi bütünüyle pasifize ederek rejim tarafından çizilmiş sınırlara tüm muhalefetin hapsolmasına ön ayak olmaktadır. Bir başka yerden meşru siyasal alan çalışması bir “direnişçilik” kültü ekseninde savunma durumunda bırakılmakta tüm hatlarıyla olası bir taarruz durumunu örgütleyememektedir. Krize dair veya güncel politikanın gerekliliklerine dair çok fazla doğru söz söylenmekte. Herkes kendi penceresinden doğrunun bir parçasına tutunmakla yetinmekte. Ancak bugün burjuva partisi CHP dahi çıtayı en üstte tutarak bir faşist diktatörlük durumundan yakınıyor haldeyse, sözün söylenmesi durumu tek başına yetersiz kalmaktadır. Belirtmek gerekir ki “Parçalanmış bir doğru kadar aldatıcı bir fenomen yoktur!”. Asıl altının çizilmesi gereken ise “Söz bir bilinci yansıttığı gibi, onu devrimci kılacak olan, eylemin muhtevasıdır”. Bu durumun kendisi ve karşıtı tarih sayfalarında ilk defa görünmemektedir.

Özellikle 20.yy başlarında SPD’nin içerisinde Bernsteincı kanadın, Spatakistler karşısında tutunduğu siyasal iktidar hedefinden kopuk ve sade gelişen “toplumsal reform” talepleri bugünün siyasal güncelliğini kesen bir yerde durmaktadır. Bernsteın’ın genel hedeften koparak “hükümetin olanaklarından faydalanma” yada evrimci bir yaklaşım ile parlemento mücadelesi sonucu gerçekleşebilecek olan “kitlelerin hareketini bekleme” önermeleri bugün günümüzde farklı bir şekilde bizlerin önüne getirilmektedir. Bu önermeler kof bir söylemler bütününden başka bir şey değildir. Devrimci bir atılımın ve öncülük durumun süreğen bir şekilde sürdürülebildiği durumlarda toz olup yok olacaklardır. Bir başka açıdan mevcut iktidarın tüm baskı ve zor yöntemleri gereğinden fazla büyütülerek değindiğimiz üzere bir “direniş” kültü üzerinde tüm meşru siyasal alan, altı boş bir savunma taktiğine hapsolmuş durumdadır. Örneklendirmek gerekirse, bir çok örneği olduğu üzere, ‘930 larda Togliatti’nin belirttiği gibi İtalyan KP’sinin ve kadrolarının düştüğü en büyük hata budur. Faşizme karşı aktif bir direniş örgütlenmemiş, kitleler kendi kendiliğindenliklerine teslim edilmişlerdir. Tarihsel olarak burjuva zora karşı devrimci bir zorun örgütlenmesi aciliyeti Komünarların önüne tekrardan dikilmiş bulunmaktadır.

İşçi sınıfı ve ezilenlerin, tüm hak taleplerinde zorun kullanımınında ki zorunluluk halinin bilincine varmış bulundukları ortada. Bugün itibariyle, bir Karadeniz yerlisi, yaşam alanını savunurken “İlla dağa mı çıkalım?” derken, Zonguldak’da maden işçileri özelliştirmeye karşı çalışma alanlarını işgal ederken, iki tane kamu emekçisi öğretmen, bu ceberrut ortamına karşı ölümü dahi göze alarak bir direniş başlatırken bu durumu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadırlar. Yaratılacak bir öncü odak bu farkındalığı bütünüyle kendisine kanalize edecektir. Bu farkındalığa değin yeni direniş odakları örgütlenmeli, var olan direniş odakları kesintisiz ve süreğen bir şekilde taarruz durumuna geçirilmelidir.

Haziran Ayaklanması sırasında, hedeften kopuk tüm hareketler kitle kuyruğuna takıldılar yada ne yapacaklarını bilemeyerek kendi içlerinde bir panik ortamına hapsoldular. Hedefine bağlı ve bu öncülüğü üstlenebildiği ölçüde üstlenmesi gerektiğinin bilincinde olan devrimci unsurlar ise tüm atılımcı ruhlarıyla ayaklanmanın her yerine kendilerini dahil ederek, ayaklanmayı muhteşem bir motivasyonla karşıladılar. Ancak bu karşılama bir iradi duruştan öteye geçemedi. Bu duruma karşı bu devrimci unsurlar ihtiyacın farkına vararak Kasım 2014 tarihinde “Kasım Atılımı” hamlesiyle başlayan, Ocak 2016’da Komünarlar Partisi’nin kuruluşu ile somutlaşan bir öncü komünist partinin örgütlenme inşasına tüm güçleriyle giriştiler. Ancak yukarıda değindiğimiz nesnel durumlardan doğru değerlendirmek gerekirse bunun belli yönleriyle eksik kaldığı ortadadır.

Yaşanan süreç, her devrimci örgütün kendisini sorgulamasını gerektirmektedir. Özeleştirel tutum, doğruları analiz edebilmek onları ortaya koyabilmek adına adeta bir zorunluluk durumundadır. Haziran Ayaklanması sonrası ihtiyaç, yapının buna uygun örgütlenmesiyken bugüne değin ihtiyaç buna uygun örgütlenmiş bir yapının işletilebilmesidir. İşletilememe sorunu örgütlü unsurların buna uygun bir dönüşümü kendilerinde hakim kılmamalarından doğru gelişmektedir. Öznel koşullar bellidir buna uygun nesnel koşullar belli derecede yerine getirilmiştir ancak bunu geliştirebilecek ve yürütecek bir unsurlar toplamına ihtiyaç vardır. Kadro mücadele ihtiyaçlarının bir unsurudur. Mücadele ihtiyaçları kavgayı ileri taşımayı gerektiriyorsa, buna uygun bir dönüşümü zorunlu kılıyorsa, kadro biçimlenmesini ikirciksiz bir şekilde yerine getirmelidir.

Hedefe bağlı bir hareket tarzı benimsendikten sonra, yani hedefe yönelik harekete geçildikten sonra hareketin tüm ihtiyaçları hareketin seyrine göre tespit edilip dönüşüme tabii tutulabilir. Bu minvalde gerçekleşecek örgütlü bir tartışma, programın geliştirilmesine, etkili bir eylem kılavuzunun yaratılmasına ve bunun derinlikli kavranmasına ön açıcı olacaktır. “Her şeyi ben bilirim üslubu” yada kendisi ile diğer kadro unsurlarının arasına suni bir mesafe çeken kendi yeterliliğini diğer yetersizliklere karşı koyan bir tutum, bir süre sonra hem birey de hem de hakim olduğu takdirde genelde bir çürümeye yol açar. Çürüme sonucu gelişecek asabiyet, parti saflarına zarar verir, kırılmalar oluşturur ve zorluklara teslim olunan bir anlayış geliştirir. Krizin yaratacağı sarsıntılar ve etkileri sürekli göz önünde bulundurulmalıdır. “Her sarsıntı, bilinçli bir hareket sonucu, devrimci bir dönüşümü tabii kılar.” Böyle bir bilinçle donanmış mücadele ortamı, ortak bir senkronizasyonu, öncülük bilincini ve hedefte netliği mümkün kılacaktır.

Lenin’in devrimci örgüt teorisinde ortaya koyduğu aksiyomun hakim kılınacağı bir örgüt işleyişi ve mücadelenin her alanında öncü rol oynayacak bir yapının harekete geçmesinin zorunluluğunun farkına varılmalıdır. Anlattığımız yapı kendisini işçi sınıfının ve ezilenlerin yerine ikame edecek bir yapı değil, onlara yol gösterecek, yürütebilecek, hedefe yöneltecek bir yapıdır. Bu düzlemde mücadelenin ihtiyaçlarına ve koşullarına yönelik her türlü zorun kullanımınada öncülük edecek bu partidir. Böyle bir partinin harekete geçirebilmesi adına tekrardan bir atılım süreci başlatılmalı, kadrosal unsurlar bu atılım sürecinin etkin ve doğrudan bir parçası olmalı, bu atılım süreci sonrası geliştirilecek olan öncülük rolünü her Komünar partiyle beraber omuzlamalıdır. Bu öncülük rolünün partide karakterize olması için, yeni devrimci atılım döneminin gidermesi gereken ihtiyaçları sıralamak gerekirse;

  1. Devrimci mücadelenin tüm gerekliliklerini karşılayabilmek adına devrim savaşımın tüm planlamasını sağlayabilecek ve yönledirebilecek bir komünist parti örgütlenmesine ihtiyaç vardır. Böyle bir örgütlenme yapısal olarak mevcuttur. Komünarlar Partisi programatik ve teorik olarak kopuşunu bu yönde gerçekleştirmiştir. Ortaya çıkarılan bu niteliğin nicele doğru gelişimini mümkün kılacak bir öncü bilinç partinin tüm kadrolarında hakim kılınmalıdır.

  2. Parti bu öncülüğü benimseyecek tüm kadroları ve organlarıyla, kitlelerin içerisine doğru koparılamaz kökler salmalıdır. Bu kökler halkın tüm gündelik mücadelesinin önünü tüm zor yöntemlerini kullanarak açmalı, gündelik mücadeleyi devrim mücadelesine doğru yönlendirebilmelidir.

  3. Kitleler zorun kullanılması gerektiğinin farkındadır. Zorun kullanılabildiğini gösterilmesi partinin asli görevlerinden biridir. Bu kitlelerde ki özün, söze ve eyleme dönüşmesini mümkün kılacaktır. Hazır olan kitleleri, devrimci bir savaş çizgisine örgütleyecek olan, partinin sözünün ve eyleminin kopmaz diyalektiğidir.

  4. Halkın tüm taleplerini savunacak, bunu devrim hedefine yönlendirecek bir partinin öncelikle kendisini koruması gerekmektedir. İşleyiş anlamında bütünsel ve ortak bir programatik görüşün oluşturulması, demokratik merkeziyetçilik ilkesinin çift yönlü ele alınarak partide hakim kılınması, tam randımanlı çalışmayı esas alan bir profesyonel kadro yapısının hakim kılınması gerekmektedir. Teknik anlamda ise partinin özellikle “sınır içinde” olmak üzere kendi özgür alanları oluşturulmalı, devlet denetiminden bağımsız illegal hücreleri örgütlenmeli, bu alanların tüm mücadele alanlarıyla fiziki ve ideolojik bağları sağlanmalıdır.

  5. Parti üstleneceği bu öncülük rolünü düzenin sunduğu bütün muhalefet rollerinden bağımsız gerçekleştirmelidir. Düzen her daim kontrol mekanizması kurabilmek adına bir çember çizer. Bu çember aşılmalı, bunun dışına çıkılmalı, kitlelerin mücadeleside bu şekilde ileriye doğru taşınmalıdır.

Komünist partinin organlı çalışma özelliği esas alınarak buna değin bir yeniden inşa, hem memleket içerisinde hemde partinin tüm alanlarında icraa edilmelidir. Eskinin getirdiği kişi merkezli bir faaliyetin aksine organların bir bütün halinde çalışarak bir stratejik hat tekrardan parti saflarında inşaa edilmelidir. Parti, bireylerin kişisel uyanıkları ile, onların kişisel önermeleri ile niyetlerine göre değil, hukuki yapısına ve kendi bütünsel hattına bağlıdır. Taktik hattın tek başına bir stratejiyi oluşturamayacağı gibi bu durum zamanla bireylerin kendi küçük iktidar alanlarını örgütlemelerine yol açacak, küçük-burjuva statükolar örgütleyerek parti saflarında ciddi zararlara sebebiyet verecektir. Organ üstü hiç bir bireysel konumlanmaya ön açılmamalı, partinin en üst organları olan kongre/konferansın dışında bir irade gelişiminin önü derhal kapatılmalıdır. İleriye dönük planlamalar, icraatın doğalında getireceği kolektif çalışma tarzından kaynaklı olarak belirlenirken de kolektif bir şekilde tartışılarak kadrolarda netleştirilmelidir. Planların işçi sınıfı ve ezilenler tarafından denetime açıklığı en son raddede tüm teknik koşullar değerlendirilerek sağlanmalıdır. Denetim gelişimin ön koşuludur. Denetimden kastedilen partinin ilkesel olarak gizlilik ve ciddiyetinin likidasyonu değil tam tersine bunların en üst raddede sağlandığı bir denetime açıklık olarak kavranmalıdır.

Hedefin kendisi stratejinin önemli bir kısmını oluşturur. Fakat bunun sigortası stratejinin tüm diğer unsurlarınında hedefe bağlı şekillenmesidir. Parti durağan, stabilize olmuş bahsettiğimiz gibi statükocu bir yapı olarak değil mücadele koşullarına uygun şekilde süreğen bir yeniden inşaa kabileyetine sahip bir yapı olarak gelişimini sağlamalıdır. Tıkanma noktalarına yönelik yürütülecek bu denli basınçlar bir atılım haline büründürülmeli ileriye sıçrayışlar mümkün kılınmalıdır. “Kasım Atılımın” ruhuyla yeni bir devrimci atılım örgütlenmeli, her kadro atıl kalma ve öncülüğü üstlenememe garabetinden kurtulmalı ve kendinden doğru bunu parti saflarında yaşatmalı, örgütlemelidir. Partinin bir zafer gücü olarak konumlandırılmasının önünde duran atıl kalma durumu bu şekilde giderilecektir. Tüm parti safları devrim mücadelesinde hazır ola geçmeli, savaşa tüm varlıklarıyla sarılmalı onu her kertede ileriye sıçratmalıdır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız