(Teknik bir arızadan dolayı gecikmeli yayımlanmaktadır...)

Seçim sonuçlarını hangi sınıfın gözüyle okuyoruz?

herkes biliyor geminin su aldığını,
herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini,
herkes biliyor zarların hileli olduğunu

İki yıldır devam eden OHAL ve KHK’larla işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde estirilen ekonomik ve siyasal terörün, baskı ve zorun, saldırı ve katliamların alışılageldiği bir dönemde gerçekleşti erken “seçimimiz”. Ataerkil toplum, etnik köken ve dini inanç duvarları ile çevrelenmiş ve engellenmeye çalışılan sokak hareketlerinin yetersizliği ve bastırılmışlığı koşullarında; kadın cinayetlerinin, Kürt halkına dönük savaşın, katliamların, farklı dini inançlara ve etnik kökenlere saldırıların sıradanlaştırıldığı, normalleştirildiği bir süreçte, bu yönlü bir toplumsal mühendislik çalışmasının hız kazandığı bir kesitte yapıldı seçim. Ve alınmış olan sonuç bu toplumsal çürüme ve yozlaşmadan bağımsız ele alınamaz.


Büyük umutlardan büyük umutsuzluklara salınımlı dünyamıza hoş geldiniz! Muhalif kitleler haklı talepleri için sesini yükseltirken ana muhalefet yine kendi misyonu gereği halka sükunet çağrısı yaptı. Seçimlerin hileli ama aynı zamanda geçerli olduğunu, iktidarın seçimleri çalarak da olsa kazandığını ilan eden, sandık güvenliği stratejisi ile mobilize ettiği insanları bile yüzüstü bırakan bir muhalefet… Ve baraj geçmeyi seçim galibiyeti olarak okuyan bir HDP… Milletvekilleri yasalara aykırı olarak tutuklatılmış, cumhurbaşkanı adayı hapsedilmiş, sokağa çıkması yasaklanmış, seçmenleri kurşunlanmış bir parti, baraj geçmenin sevinciyle hileli seçimleri kabullendi.

Devrimci-demokratik kesimlerin ve HDP’nin ilk etapta yaptıkları seçim değerlendirmeleri, sokağı değil iyice kadük hale getirilen parlamenterist sistemi önceledi. Seçimin meşru olmadığı dil ucuyla bile söylenmedi. CHP, kitleler sokağa inmesin diye uğraş verdi, HDP ve HDP çatısı altında seçime giden sol çevreler de, baraja ve kaç milletvekilini meclise göndereceklerine odaklandı, zafer kutlamalarından başını alıp yüzünü sokağa dönmedi. Sokağa değil sadece twittere yüklendi.

Ve seçim sonuçlarına itirazlar, bunca hile hurdaya rağmen, bunca baskı ve zora rağmen, 16 Nisan referandumundan bile cılız oldu. O gün seçim hilelerine karşı direnişi örgütleyemeyen, sokak hareketini aktif kılamayan devrimci-demokratik kesimler, 24 Haziran’da da gözlerini CHP’ye dikti. CHP’nin sandık başında bekleyen, ilçe YSK’lara yönelen kitleyi dağıtmasına dair eleştiri yapmakla yetindi. CHP sistemin sübobu işlevini pekala oynayacaktı. Bu ona düşen roldü. Biz ise faşist diktatörü alaşağı etme hedefini önümüze koyduğumuza göre daha farklı konumlanmalıydık. Oysa biz, 24 Haziran akşamı ve sonrasına hazırlanmadık. 24 Haziran seçimini, tersini söylemiş olsak bile, seçimlerden bir seçim olarak gördük. Hal böyle olunca seçim devrimci imkan ve ihtimallerin yoklanmasına zemin oluşturmaktan çok faşist rejimin kendisini daha ileriden tahkim etmesini meşrulaştıran bir sonuca evrildi. Özcesi CHP, faşist devletin iç savaş uyarısı ile hizaya gelirken HDP ve devrimci demokratik çevreler de barajı aşmış ve meclise insanlarını yollamış olmanın sevinç kutlamaları ve rehavetiyle davrandı. Bir olanak heba edildi. En tartışmalı seçim meşrulaştırılmış ve faşist kurumsallaşmada bir eşik daha aşılmış oldu. Çıkarmamız gereken birinci sonuç budur.

Başkanlık rejimi salt Tayyip ve faşist AKP-MHP bloğu ile açıklanamaz. Daha önce de ifade ettik, kriz aynı zamanda varolan sermaye birikim rejiminin tıkanması ve yeniden yapılandırılmasının krizidir. Ve bu salt ekonomiden doğru okuyabileceğimiz bir şey değildir. Ekonomik olduğu kadar siyasal, toplumsal bir krizdir yaşamakta olduğumuz. Salt bölgeye ve Türkiye’ye dair bir tablodan bahsetmiyor, rejim krizi tartışmalarını salt ülkeye doğru daraltarak da okumuyoruz. Tekçi egemenlik biçimlerinin daha çok öne çıktığı, ırkçı-faşist dalganın yükseldiği bir dünya durumu ile karşı karşıyayız. Sermaye birikim rejiminde yaşanmakta olan krize karşı tekelci burjuvazinin genel eğilimi azami güç ve egemenliktir. Başkanlık sistemi tartışmalarında TÜSİAD kanadının (Tayyip’de simgelenen aşırılıklara itirazı ile birlikte) başkanlık rejimini onaylayan bir yerde konumlanması emperyalist kapitalist tekellerin genel eğiliminden azade değildir. TÜSİAD, seçimin hemen ertesi günü, ekonomik ve yapısal reform çağrısı yaparak başkanlık sistemini selamlamış oldu. Bunları faşist diktatörlüğün kurumsallaşması yönünde atılan adımların salt bir sermaye grubu ve onun siyasi temsilcisi olan AKP üzerinden değerlendirilmesine istinaden yazıyoruz.

Seçimin hemen ardından, neoliberal kemer sıkma politikalarının hızlıca yürürlüğe konulacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. İMF ile veya İMF’siz çok sıkı bir kriz yönetim programına geçiş yapılacaktır. Bu artık daha fazla geciktirilemez. Nitekim Erdoğan, erken seçim kararını almalarının nedeni olarak “24 Haziran seçimlerini bir çeşit depreme hazırlık faaliyeti olarak görüyorum” demiştir. Deprem hazırlık faaliyeti bir yol kazasına mahal vermeden, meclis çoğunluğunun MHP desteği ile sağlanmış olması kısmi bir can sıkıntısı yaratsa da, gerçekleştirilmiş oldu. Seçim sonrası zam furyası başladı, devamı da tekelci sermayenin isterleri doğrultusunda gelecektir.

Öte yandan, küresel kriz sonrası, dünyanın farklı farklı coğrafyalarında gelişen, zaman zaman birbirinin üzerine binerek etki alanı genişleyen, isyan dalgasının tetikleyici unsurlarından biri özgürlük yoksunluğu ise diğeri de neoliberal kemer sıkma politikaları olmuştur. Gezi’nin de bir parçası olduğu bu isyan dalgasının (kısmi olarak geriye doğru çekilmiş olsa da) birçok farklı dinamiğin devrede olduğu coğrafyamızda, yeniden belirmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Ancak bu, kaba bir nedensellik ilişkisi içerisinde kurulacak bir denklem asla değildir. Her toplumsal isyanın ekonomik olduğu kadar tarihi, coğrafi, kültürel, siyasal birçok belirleyeni sözkonusudur. Keza ekonomik bir krizin toplumsal bir krize dönüşüp dönüşmemesini belirleyecek olan etmenler de bunlardır.

Egemen sınıfın görüşleri toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenip sağduyu gibi algılanmaya başlanır. Hâkim sınıf kontrolünde tuttuğu zenginlikleri ve toplumda işgal ettiği pozisyonu korumak, sürdürmek ve sürekli hale getirmek için kendi dünya görüşünü, felsefesini, bilimini, kültürel ve ahlaki değerlerini topluma mal eder.” (Gramsci)

Tayyip, bugüne kadar ekonomik krizden etkilenen kesimleri sürekli “faiz lobisi” ve “büyümemizi istemeyen dış güçler” gibi söylemlerle sisteme yedekleyebildi. Ayrıca yoksulluk yönetişimi ile bu kesimleri kendisine bağlayabildi. İçeride ve dışarıda geliştirdiği savaş politikalarıyla şoven histeriyi zinde tutarak, dinci-faşist örgütlenmeleri yaygınlaştırarak yoksul emekçileri kendi yörüngesinde tutabildi. Bugün başkanlık rejimi olarak vücud bulan tekçi faşist kurumsallaşmaya dönük yüzde elliyi aşan destek bu tarz rıza üretimi mekanizmalarının sonucudur. Şunu da unutmayalım, AKP karşıtlığı ile faşist devletin kurumsallaşmasına dönük itirazlar ortak bir keseni oluşturuyor gibi görünse de dün olduğu gibi bugün de faşizmin kitle tabanını asıl olarak Kürt sorunu bağlamında çözümlemek gerekecektir. Buradan baktığımızda ise faşist rejime desteğin yüzde atmışın üzerinde olduğunu görmemiz gerekir.

Faşizm, aynı zamanda toplumu sindirerek rıza üretimini zor yolu ile de inşa eder. Kuşkusuz bu toplumsal bir yarılmanın yanısıra çürüme ve yozlaşmayı derinleştirir, toplumun içe doğru çökmesini ve çözülmesini sağlar. Bugün sınıfsal-toplumsal dinamikleri ele alırken bu risk ve tehlikeyi de gözönünde bulundurmak zorundayız.

Seçimlerin sonucunda, işçi sınıfının ve emeçilerin her türlü örgütlenmesinin, hak mücadelesinin ve eylemseliğinin yasadışı ilan edileceğini ve açık terörle karşılaşacağını söyleyebiliriz. Üniversitelerdeki gençlik hareketinin en ufak bir talebini dahi hoş görmeyeceğini ve bunların çok ağır bir şekilde baskılanacağını (polis ve faşist çeteler tarafından) görmek için de kahin olmaya gerek yoktur. Ekonomik, siyasal, toplumsal her yönüyle bir saldırı programı ile karşıkarşıyayız.

Faşist AKP-MHP iktidarını yıkmak, faşist kurumsallaşmanın önüne geçemek istiyorsak, sınıfsal-toplumsal dinamikleri yakalayan ve örgütleyen bir yerden konumlanarak, toplumsal kriz noktalarına odaklanmak zorundayız. Yetmez, diri bir sokak gücü oluşturarak, meydanları işgal etmeye hazırlanmalıyız. Daha da önemlisi, faşist devletin ve uzantılarının emekçi kitlelere, devrimci güçlere, Alevilere, Kürt halkına, demokratlara dönük her türlü baskı, terör ve katliam girişimlerine, onların anladığı dilden cevap verecek bir hazırlık içinde olmalı, faşizme karşı direnişi adım adım örmeliyiz.

Komüngücü

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız