Sahi, Kelebeğin Ömrü Bir Gün müdür? – Mitka Babai

2356

Tanrılar onu kitaplarında bir diğerinin kaburgasına iliştirdi ve var etti. Tanrılar, o ve bir diğeri… Kim kimindi? Varlık meselesi işte ilk kez onunla ortaya çıktı. Kadın…Mesele ne tek başına tanrılar ne tek başına erkekler ne de tek başına kadının varlığıydı. Ancak kadın varolmadığında ne bir başlangıç ne de bir son anlatılabilirdi. O bu varoluşu bir kozanın içinde o muhteşem kelebek uçuşuna hazırlanmak üzre kurdu. Doğadan kopuk, zahmetsiz bir mesele değildi varlık meselesi.Tam da yaşamın içinden geliyordu. Kadın; yaşam ve doğaysa, doğa yaşamalıydı. Koza hep varolmalıydı. Muhteşem kelebek uçuşu sürmeliydi. Bu dengeli efsuna ket vuran her ne ise yok edilmeliydi!

Dominikler’den dünyaya akan 60’lardan bugüne taşan üç muhteşem kelebek uçuşu

‘’Çocukken Karanlık Geçit diye bir oyunumuz vardı. Geceleyin bahçeye çıkıp kim en uzağa yürüyebilecek diye birbirimizle yarışırdık. Ben bu korkuluğu ya bir ya iki kez geçmişimdir. Ama Minerva alır başını giderdi; arkasından seslenir, geri dönsün diye yalvarırdık. Yine de, hatırlıyorum, o da bir anlığına tam burada durur, omuzlarını dikleştirir, kendini hazırlardı. Onun için de o kadar kolay olmadığını bilirdim.‘’ (Kelebekler Zamanı-Julvia Alvarez)

Dominik’te, 60’ların faşist dalgasını sarsan o kelebek uçuşu, Mirabeller’den başkası değildi. Turajillo’nun cehenneminde yaşamanın ve yaşatmanın kavgası 25 Kasım’da onlarla birlikte bir kerte atlamış. Mücadelemizde bir çıkış eşiği olarak duran bugün coşkuyla savunulmalı, savunulduğu gibi kat be kat da aşılmalı. O halde tüm söylentiler, bilimler yanılıyor: Kelebekler bir gün değil, on yıllardır yaşıyor… Mirabeller yaşıyor!..

Peki neydi fersah fersah coğrafya aşan bu başkaldırı ruhunu bizim Bozkır’ın altın saçlılarıyla buluşturan?

 

Sınıflı toplum yapısı en çok da bizden götürdü. Karşısında da deneyimlerle de sabittir ki ilk bizi buldu.

Zulmün dili, coğrafyası, … zamanı farklı. Ancak mücadelede bir kader ortaklığı var. Bu ortaklık, salt burada bir cins kırımı var boyutunu aşmıştır. Yani mücadelemiz cinsimizi merkezine alarak cinsler üstü bir boyuta sıçramıştır. Finans kapitalin kadın merkezli saldırıları, toplumu A dan Z ye işlemekte, kendini en çok da bizim üzerimizden var etmektedir. Toplum geriye doğru alt üst oluşlar yaşamakta. Finans kapitalin, onu aynı zamanda var eden erki, kadına büsbütün yönelerek kendisine en büyük tehditi ya yok ediyor ya da kuşatarak etkisiz hale getiriyor. Kadının varlık-yokluk sınırında, insanın varoluşu tartışılmaya başlanıyor. İşte bu kısım bütünüyle bir uygarlık krizine denk düşüyor.

Finans kapitalin sistemli yapısı onu düzenli–düzensiz periyotlarla bir dizi yeniden üretime tabii tutuyor. İşgaller, savaşlar, göçler, rejim değişiklikleri, “demokrasi” rüzgarları, faşizmler, ekonomik krizler…

Toplum; kurum-kuruluş-birey ilişkisi finans kapitalin erkçi sömürü anlayışına göre dizayn ediliyor yahut nerede bir çatlak varsa onarılıyor. Normlardan örf–adetlere, medyaya; hukuk kurallarından eğitim öğretime; aile yapısından hapishanelere, giyim kuşama; fabrikalardan tarlalara; parlamentodan sivil topluma…

Özellikle sistemin kendini tek tipleştirme üzerinden var ettiği dönemlerde –faşist diktatörlüklerde-bu dizayn durumu yıkıcı bir faaliyetle toplumun tüm özgürlük alanlarına saldırıyor. Dolayısıyla kadını büsbütün yok ettiğinde bu amacın büyük bir kısmına ulaşmış oluyor. Kadını özgür olmayan toplumların sisteme krizini aştıracak köle kıvamına gelmesi bekleniyor. Arena gözüküyor. Savaş başlıyor. Geriye bir tek o kalıyor…Herkes bir yolunu buluyor araya sıvışmanın. Ancak kadın özgürlükten kaçışın bedelini daha deneyimlemeden bu kirli düzenden tartıyor. Buradan dönülmez. Savunulacak bir fikir, bir duygu, bir memleket var; kazanacağımız bir dünya var…

Faşizmin kirli karasında onların beton çatlatan filizlenmesi belleklerde bugün tazeleniyor. Turajillo’nun faşizminden bugünün Erdoğan faşizmine meydan okuyabilmenin gerekliliği ve cesaretini aşılıyor. Mirabeller‘in öncülüğü, yoldaşlığı-birlikteliği, kararlılığı bugün bize bakıyor. Tarihe kazınmış bir yığın zulüm ve karşısında da bir o kadar bu zulmü sarsmış yeterince kadın önderliği ve mücadelesine sahibiz.

 

Bu deneyim ve mücadeleler bugün bize, Türkiye–Ortadoğu-Akdeniz, bölge kadınlarını politik-siyasi eril sömürü düzeninin hareket tarz ve yönelimlerin analiziyle derin ve çok yönlü bir mücadele hattını dayatıyor. Dolayısıyla radikal çıkışlar önem kazanıyor. Burada kazanımları savunmak bir derece önemliyse yeni kazanımlara dönük saldırılara açılmak 10 kat önem taşıyor.

Bu radikal çıkışlara tekrar dönmek gerekirse bugün Erdoğan faşizminin bölgesel saldırganlığıyla beraber içeride hanelerin yatak odalarına kadar uzanan yok edici politikalarına değinmek gerekiyor. Bizim açımızdan bölge kadınları olarak mücadelede bir eşik aşılmış durumdadır. Bu eşiğin aşılmasında Rojava–bölge kadın öncülüğü en önemli etken olmuştur. Esir pazarlarında satılığa çıkarılma tehdidini göğüsleyen kadınlar o pazarları topyekün ortadan kaldırabilecek güç ve birlikteliği kuşanmışlardır. Bu mücadelemiz açısından ciddi bir atılım değeri taşımakta. Bununla da kalmayıp bölge devrimini baltalamaya çalışan emperyallere ve onların yardakçısı-artıkçısı Erdoğan’a ciddi tehdit unsuru olarak cevap vermektedir.

Bugün biz bölge kadınlarının sınıf-toplum–devlet yorumları ve mücadele araçlarında tercih açısından, belli kararlar alarak onları hızla hayata geçirmekten başka şansımız kalmamıştır. Frenleri tutmayan ve üzerinize doğru son hızla gelen ufak ihtimalle ağır yaralı kurtulabileceğiniz kamyona, “lütfen durur musun” diyerek onu durdurabilmenin imkansızlığını kavramaktan başlayabiliriz…

Bu anlamda, özellikle son dönemde, memlekette teşhirden, hedeften bol bir şey yoktur bizim açımızdan. Bunun bolluğu bizi şaşırtmamalı. Dolayısıyla bugün havuz medyada tek tipleşmenin bedellerini her gün bir araba hümanizm safsatasıyla, 3. sayfa haberlerine basmaktadır. Ya da zaten kadının reddiyesiyle karşılaşmakta ve seslenmektedir. Bu reddiye, bugün Türkiye’de doyum noktasına ulaşmıştır. Faili meçhul kadınlar ülkesine dönen ülkede Katil-Küçük Erdoğancıklar, yaşamın her yerindedir. Onları her yerde görebilirsiniz.

Bu anlamda elinde tuttuğu her şeyi bir silaha çevirebilen, siyasal duruş ve bilinçle konuşan Devrimci-Komünar kadınlar faşizmin ilk hedefidir. Bu kararlılık Mirabeller’in kararlılığıdır. Ondandır ki ilk hedeftir. Tüketimi zor bir meseledir. Ol sebepten bu kararlılığa hedef olmak pek yaraşmaz. Mantıken de bir mevzi kaybına denk düşer. Bizim geri cephemiz kalmamıştır. O halde hedef almaktan başka strateji ve de taktik düşünülemez. Meselenin tarihsel ve güncel yakıcılığı, bugün mücadeleyi yine en yakıcı silahlarla yürütmeyi işaret etmektedir. Bu yol tarifini ancak Eylem Ataş ruhuyla, Arin Mirkan kararlılığıyla yapabiliyoruz. Buradan öğrenmeyen, bu hayatları salt destanlaştırarak bir dramatik anlatı tarzında ele alan kadın mücadelesinin ileri gidemeyeceği açık. Dar Azza’da İdil’in son kurşunu, Dilek Doğan’nın katillerinin ensesine dayanmak üzere emenettir bizlere…

Dolayısıyla 25 Kasımlar ‘ı takvimlerde denk geldikçe hatırlanan sıradan günler kategorisinden çıkarıp tarihsel özüyle ele alarak, bugünü, biz ölümsüz kelebeklerin hedeflere uçuş günü ilan ederek, özgürlüğü, yaşamı sahiplenmenin günü ilan etmeliyiz.