Taht Oyunları: TÜSİAD-Erdoğan Kapışması – Mitka Babai

1468

31 Mart yerel seçimlerinin bir stratejik hat tazeleme olarak beka söylemiyle servis edilmesi seçimlerin nasıl örüleceğine ve seçim sonrası memlekete dair pek çok mesaj veriyordu. Verilen mesajlar kuşkusuz 17 yıllık AKP iktidarının bu süreçteki kazanımlarına bir salyangoz gibi yapışması dolayımıyla da verildi. Siyasi ve ekonomik, bölgesel altüst oluşlardan ‘kaybeden’ olarak çıkma ile bağlantılı olarak bir tür rejim krizi yaşayan AKP, seçim sürecinde faşist diktatörlüğe uyumluluk bakımından MHP ile Cumhur ittifakında buluştu. Zira neoliberal sermaye birikim rejiminin yarattığı tıkanma, ekonomik-siyasi istikrarsızlıktan dolayı AKP’nin pastadan aldığı, alacağı payın miktarı düşecekti. Hoş, bu şekliyle de Cumhur ittifakına temel karakterini veren MHP, faşist-şoven devletçi takımının stratejik bir çıkış yakalayarak AKP iktidarının vazgeçilmezi ve faşist diktatörlüğe rengini veren partilerden biri haline dönüşmesi, beka retoriğinde içkin iktidarı sarsacak yapısal sorunların seslenmesine sebep oldu. TÜSİAD’da ifasesini bulan tekelci burjuvazi açısından, AKP iktidarının sermayenin sürdürülebilirliği açısından tehlikeli sularda yüzdüğünü, artık ‘haddini aştığını’ söyleyebiliriz. Nitekim,‘demokrasi’ konusundaki uyarı ve eleştirileri TÜSİAD’ın çok demokrat oluşundan değil AKP’yi dizginleme isteminden kaynaklanmaktadır. Bu anlamıyla daha dün desteklenirken bugün başkanlık sistemi, ekonomik-siyasi krizi aştıran değil krizi derinleştiren olarak eleştiri konusu yapılmıştır TÜSİAD Yüksek İstişare Toplantısı’nda. Tekelci büyük sermayenin, sanayi burjuvazisinin örgütü TÜSİAD, kurulduğu 1971’den itibaren Türkiye kapitalizminin bel kemiği olmuştur. Siyasal-toplumsal-ekonomik süreçlerin temel dönüştürücü gücü oldu. 12 Eylül cuntasının sınıfsal ve toplumsal hareketleri süpürdüğü bir dönemde cuntacı açılım programını iktidar bloğuna dayatan olmuştur. Özellikle tıkanma, siyasal-toplumsal istikrarsızlıkların zuhur ettiği dönemlerde burjuvazi, kendini en kolay şekilde yapılandırıp tahkim edebileceği kliği destekler; demokratik ya da zor yoluyla iş başına getirir. Erdoğanlar’ın hikayesi de böyle başlamadı mı?

TÜSİAD’la açık mutabakat yapan neo-islamcılar -FETÖ ‘de bunlar arasındaydı-, neoliberalizmin kendini inşaa sürecine adapte bir hareket çekti ve iktidara oturdu.

Bu çıkış, milli görüş gömleğine tekrar sarılmış, ABD-Rusya arası mekik dokuyan, bölgesel politikalarında boşa düşen-yalnızlaşan ve iç-dış politik tercihleri ile istikrarsızlık unsuru haline gelen Erdoğan ve şürekası, sermaye tarafından dizginlenmesi gereken durumdadır. Güçlü bir alternatifi çıksa, Özal dönemini anımsatır bir sona yaklaştığına dair bir analoji kurmamızda hiçbir beis olmayacaktır. Ancak daha dem o dem değildir. Bu anlamda TÜSİAD yapısal birkaç soruna dikkat çekti ve iktidara ayar vermeyi hedefledi. TÜSİAD’ın yakın zamanda gerçekleştirdiği Yüksek İstişare Toplantısı’nda, konsey başkanı Tuncay Özilhan’ın konuşmaları bu temelde okunmalıdır:

“İyi işleyen bir demokrasinin en temel özelliklerinden birisi iktidarın seçimle el değiştirebilmesidir. Toplumsal değişimin yakıcı olduğu, mevcut iktidarların ve liderlerin çetrefilli sorunlarla baş etmekte zorlandığı zamanlarda, toplumun önünü açan çözümleri ancak demokrasiler üretir”

“[…] rotadan şaşmamak için kullanacağımız üç çıpa var: ekonomide liberal piyasa düzeni, kural temelli uluslararası sistemle olan ittifak, ülke içinde de demokrasi ve hukukun üstünlüğü” ve “Parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş henüz tamamlanmamış gözüküyor.”

Ardından Simone Kaslowski şöyle dedi: “Serbest piyasa ekonomisinden vazgeçildiği veya yeni bir model arayışı içinde olunduğu yönünde izlenimlere izin vermemeliyiz.”

Erdoğan ve şürekasının özellikle 31 Mart öncesi ‘haddini bil’  söylemleriyle şamar oğlanına dönderdiği TÜSİAD ; yönetememe ve rejim krizi olarak ele aldığı sürecin nasıl yönetilemediğine dair açıklamaları aslında  şuradan ileri geliyor:

(1) AKP ekonomik-siyasi  kriz karşısında, küresel sermayeden bağımsız ele alınamayacak ekonomik-siyasi tıkanmayı kendi yaslandığı ve 17 yıl boyunca palazlandırdığı kliğin çıkarları-MÜSİAD sermayesi- sebebiyle gerekli önlemleri almaktan kaçınıyor. Kaçındığı gibi büyük burjuvaziyi tehdit içerikli uyarıyor.

“Türkiye’yi dışarıdan vuranlar vurmaya çalışıyor, ama içeriden vuranlara bunun hesabını sormasını bilirim.”

“Biz TÜSİAD’ın politik taraflıktan daha ziyade Türkiye’nin ekonomik mücadelesine yaptığı katkılarla gündeme gelmesini arzu ederdik. Daha bir hafta önce ziyaretime geldiniz. Sizlerle biz neleri konuştuk, bir hafta geçmeden yaptıkları açıklamalar bak, unutmayalım bu ülke hepimizin ortak vatanıdır. Bu dolarlar, bu avrolar sizi kurtarmaz, bu millet sizi kurtarırsa kurtarır.”

(2)  Erdoğan ve şürekasında temsil olan burjuva kliğin rant, talan, işgal ve katliamlarla  aldığı payın, krizin aşılması dinamiklerini zayıflatıcı etkisi ve tekelci burjuvazinin bu durumu sermaye birikim sürecinin önünde aşılması gereken bir engel olarak görmesi. Bu anlamda AKP iktidarını frenleme ihtiyacı duyması sözkonusudur.

 (3) İmamoğlu gibi içeride ve dışarıda sempati toplayan genç, dinamik ve TÜSİAD açısından gelecek vaadeden bir siyasetçinin AKP iktidarınca belediye başkanlığına el konulması, İstanbul seçimlerinin tekrarlanacak olması yapısal düzenleme programını geciktirici olması nedeniyle büyük sermayenin istikrarı yakalamaya dönük adımlarına ket vurmaya başladı.

Sonuç yerine

Her klik birbirinin teşhirine soyunmuş ya da popülerleşmiş proje/isimlerle toplumsal-siyasal-iktisadi yarılmaların derinleşmesine engel olmaya soyunmakta, bu anlamda emekçi ve ezilen halklar açısından çatlaklardaki mücadele dinamiklerinin bastırılmasına kendi yöntemleriyle koyulmaktalar. İşte damadın sunduğu ekonomik yapılandırma paketleri, yükselen döviz kurları, artan işsizlik-yoksulluk ve sefalet vs…

Son kertede şunu diyebiliriz; Türkiye kapitalizmi iç-dış dinamikleriyle giderek derinleşen bir krizin içindedir. Bu krizi aşma olanak ve gücünden yoksundur. Türkiye emperyalizme bugün geçmişten çok daha bağımlıdır. Bu anlamda hem Erdoğan’ın ülkeyi açık hapishaneye çeviren, bölgeye-özellikle Rojava ve Bakur Kürdistanı’na- bir işgal ve rant alanı olarak saldıran faşist işgal-savaş konseptini hem de TÜSİAD’ın neoliberal despotik küreselleşme ve ABD-AB yanlısı sistemini çözümleyecek ve karşıtlık ekseni oluşturacağız. Her iki klik de emekçiler, kadınlar, gençler için açlık, yoksulluk, işsizlik demek. Bir kere bunu kavrayacağız. Buradan nemalanmaya çalışıp ‘Erdoğan, AKP’ teşhiri yapan ancak bu kez de küresel sermayenin girdabında kaybolan küçük burjuva solun reformizmine kapılmayacağız.

 

                                                                                                                                                         

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız