Öncesi ve Sonrasıyla İbrahim Kaypakkaya! – Şiar Atakan

2016

Geçmiş tarihsel köklerimiz ve bizleri bugünlere kadar taşıyan ideolojik, politik ve örgütsel öncellerimize, doğru ve bilimsel bir yöntemle yaklaşarak onları yaşatmalıyız. Zira komünist ideoloji ve bilimimiz, dogma değil tam da bir eylem kılavuzudur. Onun iki temel özelliği olarak proletarya ve emekçilerin hizmetinde olması ve uygulanabilirliği, somut koşulların somut tahlili prensibiyle sürekli ilerletilmesini gerektirmektedir. Özellikle Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da komünist hareketimiz; geçmişteki haklı ve meşru, ilerici, demokratik, devrimci, sosyalist ve komünist hareketleri ve yoldaşların tezleri-görüşlerini ele alışımızda da bilimsel olmak zorundayız. Ne yazık ki, böyle bir bilimsel yönteme ve ruha uygun olarak, onların özüne sarılmak yerine, ardılları olarak bugüne kadar genellikle lafzına tutunulmuştur. Aynı şekilde ‘’ … diyor ki’’ ile başlayarak sürekli alıntılar silsilesi eşliğinde, basmakalıp ve değişmez bir ikonlaştırma çizgisi ve siyaseti izlenilmiş, bu yanlış çizgi ne yazık ki hala devam ettirilmektedir. Öncellerimiz sonrası, yaşadığımız ve mücadele yürüttüğümüz süreçlerin objektif ve sübjektif somut verili koşullar gerçekliğini, doğru ve bilimsel olarak tahlil etmek yerine, öncellerimizin kendi tarihsel koşullarında doğru ve bilimsel olan görüş ve tezlerine uydurmak için kendimizi sürekli zorladık. Adeta bir cetvel gibi ölçüp biçerek, onlara uydurmaya çalıştık. Hareketlerimizi, mezhep-ler ve tarikat-lar gibi ele aldık ve on-lar-a tapınmacı kültürü sürekli geliştirdik. Böyle bir kültürün, içerisinden geçtiğimiz şimdiki süreçte, önemli oranda, maalesef hala devam ettiğini belirtelim. Örgüt fetişizmi, o kadar kanıksanmıştır ki, bir şekilde idealize ederek ‘’en iyi benim partim-örgütüm-hareketim’’ anlayışı ve kültünden bir türlü kopulamamıştır. Böyle olunca, eleştirilere karşı da, alabildiğince tahammülsüz, sekter ve ben merkezci, kendiliğindenci ve keyfiyetçi, grupçu ve özel mülkiyetçi, tekçi ve anti-demokratik onlarca burjuva ve küçük burjuva karakterler temelinde, egemenlik odakları yaratmaktan da geri durulmamıştır. Oysa onların, izlenmesi ve sürdürülmesi gereken tam da doğru ve bilimsel yöntem(metod)-ler-i ve çizgileriydi. Örneğin ’71 devrimci komünist önderlerden Kaypakkaya ‘’hareketimiz, kültür devriminin ürünüdür’’ derken, oradaki ideolojik arka planı görmeden, sallama ve başka objektif gelişmeler ile harmanlayarak değerlendirmede bulunma hatasını sürdürme inadına bakalım. Ki gıdasını Kültür Devrimi’nden alan bu ideolojik pınar görülmez ise, bizzat ’71 devrimci çıkışı sürecinde THKO, THKP-C ve TKP/ML olarak niye o zaman böyle bir önemli ayrışım ve farklılaşmaya gidildiğini de, yeterince anlayamadığımız gibi doğru kavrayamayız da. Niyetten bağımsız, bu durumun kesinlikle netleştirilmesi gerekmektedir. Özellikle Kültür Devrimi’nin dünya genelinde yarattığı fırtına, sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da değil, Avrupa, Ortadoğu, Asya, Latin Amerika ve Afrika’da bile karşılık bulmaktaydı. Zira Mao’nun, o süreçlerdeki ‘’burjuva karargahları bombalayın’’, ‘’emperyalizm, kağıttan kaplandır’’ gibi sözleri, dünya genelinde önemli karşılık bulmaktaydı. Tabi ki, dünya üzerinde ve genelinde başka ideolojik akımlar da dolaşmaktaydı ve hemen her bir coğrafyada bu akımların da karşılık bulduğunu ifade etmek isteriz. Bu ayrım çizgisi, silikleştirilmemelidir. Öyle yüzeysel, çorba gibi karıştırıp genelleştirerek, ayrım çizgilerinin de üstünün örtülemeyeceğini, bilmek ve kavramak durumundayız. İşte, Kaypakkaya ve hareketinin, ideolojik arka planında yatan ana ve gerçek nedeni böyle kabul etmek durumundayız. Sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki siyasal gelişmeler üzerinden yapılan bir Kaypakkaya ya da Mahir, Deniz yahut o süreçlerdeki herhangi bir hareket ve bireyin değerlendirilmesi, parçalı ve önemli eksiklikler içermektedir. Ki dünya genelindeki çeşitli ideolojik akımlardan bağımsız ele alarak yapılan tespitler, kesinlikle eksik ve yarım kalacak değerlendirmeler olacaktır. Aynı şekilde, bu yöntemi, karşı-devrimci cephedeki gelişmeler açısından da böyle ele almak durumundayız. Faşist Türk devletindeki olan biten gelişmelerin de, emperyalist-kapitalist dünya gerçekliği sisteminden bağımsız tasavvur etmemek gerektiğini vurgulayarak, uzatmadan geçiyoruz.

İlerici, demokrat, devrimci, sosyalist ve komünist bir hareket, grup ve bir birey, geçmiş her bir tarihsel süreçteki ilerici ve devrimci olanı, oldukça titiz bir yaklaşımla tespit edip, bizzat onlar üzerinden yükselmelidir. Ezilen ve sömürülenlerin, tarihimizdeki ilerici ve devrimci yönlerini ortaya çıkarıp sahiplenmek ve böyle bir miras üzerinden yükselmek, doğru ve bilimsel olandır. Burada sömüren ve zulmeden egemenlik odaklarının, tarihinin ilerici ve devrimci böyle bir geçmişe sahip olmadığını ve asla bizlerin de miras olarak devam ettirmememiz gerektiğini vurgulamak isteriz. İşte Kaypakkaya’da, bizzat halkların haklı, ilerici, demokratik, devrimci ve sosyalist tarihini, kendine miras kabul etmiştir. Mesela bir feodal despot Fatih Sultan Mehmet’i, İttihat-Terakkici Enver ve onun ardılı Kemal, İnönü vd faşistlerini ve hareketlerini, kesinlikle bir miras olarak kabul etmemiştir. Bu bilinçten hareketle burjuva medeniyetçi paradigmadan (burjuva tarih anlayışı ve onun teori-ideoloji-çizgi ve siyasetinden, burjuva uygarlıkçı ve aydınlanmacı anlayışlardan, Avrupa merkeziyetçilik vb.lerinden) köklü koparak, ezilen ve sömürülenlerin ilerici, devrimci tarihi ve gerçeklikleri üzerinden devrimci komünist bir doğruluşla yükselmesini bilmiştir. Öyle olmasaydı Kaypakkaya hareketi, Ermeni, Dersim vb diğer soykırımlar ve Kürt vd katliamlarına karşı çıkmaz ve çıkamazdı. Öyle olmasaydı Jön Türkçü, İttihatçı ve Kemalist cumhuriyetçi mirası kökleriyle reddetmezdi. Öyle olmasaydı Pir Sultanlar, Şeyh Bedreddinler, Babailer ve ezilen Kürt ulusu vd.lerinin ilerici, kahraman, demokratik ve devrimci son derece haklı ve meşru miraslarına sahip çıkamazdı. Öyle olmasaydı, Antep’de Karayılan’ın emperyalist işgale karşı kahramanlığı ve İnce Memed’in ağalara başkaldırışındaki demokratik ve devrimci dinamizmini miras olarak kabul edemezdi. Öyle olmasaydı, Şeyh Sait isyanına ilişkin, doğru bir bakışa sahip olamayacağı gibi, doğru bir tutum da alamazdı. Şeyh Sait hareketini inkar ve imha ile bastıran faşist Kemalist TC hareketini ‘’haklı’’ ve ‘’ilerici’’ gören anlayış ve çizgi sahiplerini, iflah olmaz Türk şovenistleri olarak nitelendirmezdi. Ve nitekim öyle olmasaydı bugün bizzat uluslararası emperyalist dünya sisteminin ılımlı İslam ideoloji ve politikası düzleminde tekçi-faşist Türk Sünni-İslam eksenli anlayış, çizgi, teori ve pratik politikalarına köklü olarak karşı gelinemezdi. Onun gelecek halk devleti projesinde ifade ettiği görüşler şöyledir ve bugün de bizlere önemli bir temel sunmaktadır: “Halk devletinin anayasası, herhangi bir milletin, herhangi bir imtiyaza sahip olmasını ve milli azınlığın haklarına herhangi bir tecavüzü kesinlikle yasaklayacaktır. Her ulusa, kendi kaderini tayin etme hakkı tanınacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için, özellikle yaygın bölgesel özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendini yönetim gereklidir.” İşte bütün bunlar ve izlenilen çizgi ve yönelim, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da devrimci komünist Kaypakkaya ile önemli bir tarih bilinci ve tarihsel doğruluş bayrağı olarak göndere çekilmiştir. Böylesine bir öze ve içeriğe sarılarak hareket etmek ve bu doğrultudaki kararlılığımızı sürdürmek durumundayız. Komünist devrimci hareketimiz, böylesine bir tarihsel mirasa, komünist bilinçle sahip çıktığını ve mutlaka ilerletilmesi sorumluluğunu, bir kere ilan eder. Biz komünist devrimciler, doğru ve bilimsel bir tarihsel mirasa sahibiz. Devrimci komünist ideoloji ve bilim olarak ulaştığımız seviye, böyle bir yöntemi üzerinden, komünizmin yaşayan canlı ruhu olan somut koşulların somut tahlilini, doğru ve bilimsel olarak uygulamasından geçmektedir. Yoksa komünistlik yerine, olsa olsa devrimci olabilirdik. Yanlış anlaşılmasın, elbette devrimcilik de önemli ve asla küçümsenecek bir olgu değildir. Fakat komünistlik, başlı başına daha büyük meziyetler ve sorumluluklar isteyen bir durumu gerektirir. Bir komünist, aynı zamanda devrimcidir de. Maalesef öncellerimizi, geriye çekmek isteyenler, niyetlerinden bağımsız olarak yanlış anlayış, çizgi, ideolojik yönelim ve gerek kendi hareketi içerisinde gerekse de pratik politikalarıyla hayli söz konusu olmuş, hala da olmaya devam etmektedir.

Şimdi çok net bir şekilde ifade edebiliriz ki, Kaypakkaya yoldaşı, ‘yanılmaz ve hata yapmaz bir otorite’ olarak görmek ve kavramak da neyin nesidir? Bizzat onun tezlerini nicel ve nitel olarak ilerletme sorumluluğunu üstlenmek yerine, Kuran-ı Kerim gibi ayetler ve hadisler silsilesi şeklinde ona ve bugüne kadarki gelişmelere ve hayata yaklaşanlar mı, yoksa yoldaşın bilimsel tutumu ve ruhuna uygun olarak lafzına değil de tam da özüne sarılarak mücadelede ısrar edenler mi, doğru ve bilimseldirler. Açık ki takvimlerini ve saatlerini durdurarak, tabi ki Kaypakkaya yoldaşı dokunulmaz, yanılmaz ve onun ortaya koyduğu ve mücadelesini can bedeli yürüttüğü tezlerini ise sürekli surette değişmez şeklinde görerek, algılayarak ve kavrayarak hareket etmek, komünist devrimci öncellerimizin doğru ve bilimsel mirasına vurulan, en büyük gerici, engel kilididir.

Ne yazık ki, kendilerini Kaypakkaya’nın ardılları olarak niteleyenlerin, bugüne kadar esas olarak, onun lafzına sarıldıklarına şahit oluyoruz. Farklı ve muhalif fikirlere yaklaşımlarının, oldukça sorunlu olduklarını görüyoruz. Bir söz söyleyince, bin ah işitirsin misali, eleştirileri yeterince önemsemediği gibi onları silikleştirdiklerini görüyoruz. Sözde yüz çiçek açsın yüz fikir akımı tartışsın yaklaşımının, tam tersi yönde daha fazla tekçi (monolitik) bir anlayış ve çizgi statükosu ve yönelimi içerisinde olduğunu görüyoruz. Kaypakkaya sonrası tarihsel süreçleri gözden geçirip incelediğimizde, yığınca anti-demokratik çizgi pratiklerini görmekteyiz. Parti içi iki çizgi mücadelesi(doğru yanlış temelinde ideolojik mücadele-sadece ideolojik mücadele de denmektedir) argümanını elden düşürmezken, ne yazık ki farklı ve muhalif fikirlere yaklaşımlarında, ciddi olarak bundan uzaklaşma durumunda olduklarını görüyoruz. Doğru yanlış temelinde parti içi iki çizgi mücadelesinin, kendi gerçeklikleri içerisinde esas da olmadığını görüyoruz. Dar grupçu ve klik-leşme-ler yüzünden, hayli bölünmeler gerçekliğini görüyoruz. Bugüne kadar AEP (Arnavutluk Emek Partisi)’çi çizgi ve onu referans alan hareketleri tekçilikle eleştirmesine karşın, ondan aşağı kalır yanı olmadığını görüyoruz. Kendiliğindenci, keyfiyetçi, ikiz kardeşler olarak izlenen sağ ve sol çizgi-lerden ötürü, niteliğin oldukça düştüğünü ve tabi ki tasfiyenin izdüşümlerini yaşayarak derinleştirildiğini görüyoruz. Bu temelde, önemli düzeyde ideolojik kırılma halinde olduklarını söyleyebiliriz.

Kaypakkaya’ nın bilimsel tutumu ve ruhuna, çizgisine, özüne ve yöntemine sarılamayanlar, tabi ki tarihi de, yakın geçmişimizdeki Gezi Haziran ayaklanması ve direnişi tecrübelerinden de, yeterince doğru ve bilimsel dersler çıkaramaz ve buna uygun düzeyde bir komünist devrimci pratik gösteremezler. Yaşanan objektif koşullar tarafından eskiyerek geriye düşmüş ve değiştirilmesi gereken fikirler, stratejiler ve mücadele yöntemleri yerine, doğru ve bilimsel olarak somut koşulların somut tahlilini, tabi ki yeterince yapamazlar. Ve önceden ortaya koydukları reçeteler, siparişler ve değiştirilemez kanunlar ile hareket ederler. Oysa doğa, toplum, birey, düşünce ve her şey hareket halinde ve sürekli değişim dinamizmi içerisindedir. Çelişme zemininde mücadele, nicel ve nitel dönüşümler ve değişimler her bir şeyin gerçekliğidir. Kaypakkaya yoldaş da, kendisinden önceki tarihsel sürece, devrimci ve komünist harekete bu şekilde yaklaşmıştır. Bizler de geçmiş tarihsel süreçlerimize ve öncellerimize aynı şekilde yaklaşmalıyız. Her şey tarihseldir ve bu tarihsellik içerisinde bir artma ve azalma gösterilerek ve sıçramalı şekilde sürekli nicel ve nitel olarak ilerletilmelidir. Özellikle nitel olarak ilerlemek zorunda olduğumuzun da altını çizelim. Fikirler, tasarılar, programlar, asgari ve azami toplum projelerimiz, hedeflediğimiz devrim, sosyalizm ve komünizme gidişte devrimci savaş ve mücadelemizin yolu, niteliği ve stratejisi, temel taktikleri hiç değişmeden kalamazlar. Marks’tan bugüne ve böyle bir politik perspektifle Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da, İbrahim başta olmak üzere öncellerimizin, bizlere öğrettikleri budur. Bu temeldeki politik perspektif, öylesine basite alınacak bir olgu değildir. Köklerimize doğru ve bilimsel bir yönelimle sahip çıkarak, böylesi bir tarih üzerinden yükselerek ilerleme azmi ile donanıp mücadele kararlılığından, kesinlikle geriye düşmemeliyiz.

Kaypakkaya; emperyalist-kapitalist dünya sistemi, İttihat-Terakki, Osmanlı’dan TC’ye durum, faşist Türk devleti gerçekliği, Kemalizm tespiti, Mustafa Suphi TKP’sine yaklaşım, ülkenin sosyal-ekonomik yapısı, dünya genelindeki ideolojik meseleler, emperyalizm, parlamentonun mahiyeti, legalizm, reformizm, tarih, toplumlar, geçmişten o güne inkar, imha ve soykırımlar, ulusal sorun ve milli hareketler, halk hareketleri ve isyanları, işçi sınıfı ve köylülük, sendikalar, grevler, aydınlar, öğrenci hareketleri, 15-16 haziran büyük işçi direnişi değerlendirmesi ve dersler, faşist devleti illegal ve silahlı mücadele temelinde devrimci şiddet ile yıkma perspektifi, halk savaşı, parti-ordu-cephe anlayışı, ittifaklar, faşizm, asgari ve azami devrim programı, demokratik halk ve sosyalist devletin nasıl olması gerektiği ve daha bir çok konuda, oldukça ileri ve nitel adımlar atmıştır. Bu uğurda can bedeli örgütlenme ve mücadeleye atılmıştır. Zindanlarda, aktif direniş ile komünist savunması karşısında, düşmanı çılgına çevirmiştir. Nitekim o dönem MİT raporlarında, onun tezleri için ‘’İhtilalci komünizmin Türkiye’ye uyarlanmış en tehlikeli görüşleri’’ olarak tespiti, belli ki onun stratejik olarak ortadan kaldırılmasına da götürmüştür. Ve yine, hala bugün de Kaypakkaya’yı savunmak, ‘’suç’’ kabul edilmektedir. Zira, yukarıda da vurguladığımız hususlara ilişkin, faşist devletin temel sinir uçlarına dokunduğunuzda, size karşı sadece gözaltı ve tutuklama ile değil, bizzat karşı-devrimci şiddet ile durmaksızın sizi ortadan kaldırma yönelimiyle karşılaşmaktasınız. Faşizmin, Kaypakkaya’yı da bu kırmızı çizgilerinden kaynaklı katlettiğini bilmeliyiz. Amed zindanlarında, düşmanı öylesine çılgına çeviren şu sözleri, stratejik tehlike olduğunu kanıtlar nitelikteydi; ‘’Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiçbir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım.’’ İşte, faşizmin en barbar zindan ve işkencelerinde, komünist devrimci bayrağın düşmanı çılgına çeviren, kızıl direnişi. Faşist Türk devletinin, Kaypakkaya yoldaşı katletmesindeki ana nedenlerin, yukarıdaki saikler olduğu gerçekliğini, yeterince anlamak ve kavramak durumundayız.

Hangi ve nasıl bir Kaypakkaya?

Her şey değişim halindedir, tarihseldir. Doğa, toplum, insan düşüncesi de öyledir. Ezenler ve ezilenler de tarihseldir ve her şey gibi onlar da değişim ve basit bir artma-azalma şeklinde değil, sıçrama halinde sürekli hareket seyrindedir ve sonsuz değildir. Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao, Dimitrov, Che ve hepsini, kendi tarihsel dönemlerinden ayrı ele alabilir ya da düşünebilir miyiz? Hayır. İbrahim Kaypakkaya’yı ve diğer bütün devrimci ve komünistleri de, kendi tarihsel süreçlerinden bağımsız ele alamayız. Onları, kendi tarihsel süreçlerindeki objektif verili koşullarından ve kendilerini sınırlayan nesnel şartlardan ayrı alamaz ve değerlendiremeyiz. Onların yaşamadığı günümüz nesnel gerçekliklerini -somut koşulları somut olarak- tahlil etmek durumundayız. Bu temelde komünist devrimci hareketimiz, öncellerimizin özü ile buluşma çağrısı ve adımıdır da.

Şimdi kalkıp kendi dönem-süreçlerinde önemli doğru ve bilimsel olarak geçerli tezleri karşısında, onların görme ve yaşama şartlarının olmadığı günümüz verili koşullarını, ‘’niye göremediler ve niye ortaya koyamadılar’’ diyemeyiz. Devrimci komünist bilimimizin, bir doğma olarak değil, tam da eylem kılavuzu olarak günümüz objektif ve sübjektif verili koşullarını, doğru ve bilimsel olarak tahlil etme göreviyle yükümlüyüz. Bu görevi yerine getirmek yerine, hala geçmiş usta ve öğretmenlerimizin tezleriyle yetinip, taş üstüne taş eklemiyor ve tam da nitel ilerlemelere doğru perspektifle yürüyemiyorsak, tutucu ve dogmatizmden kendimizi kurtaramamışız demektir. Lenin’in Ortadoksçuluk eleştirisini aratmayan, somut nesnel durumlarımız, devrimci nitel gelişmemizin önünde ciddi engel olarak devam etmektedir.

Duygusallık elbette anlaşılır ancak bilim ve siyasette duygusal reaksiyonların esiri olamayız ve politik mücadelede bu temelde doğru anlayış, çizgi ve siyaset yürütemeyiz. Fakat ‘’İbrahim elden gidiyor, İbrahim’in partisi yok oluyor’’ vb argümanlar ile duygusal simsarlıklara da asla taviz veremeyiz- vermemeliyiz. Nitekim Kaypakkaya’yı donuk, renksiz ve mekanik bir şekilde kavrayıp- onun tezlerini yaşanan ve değişen objektif ve sübjektif nesnel gerçekliklere uyarlayarak güncelleştirme çabası yerine -her şeyi yoldaşın görüşlerine ve tabi ki hangi komünist usta ise, bizzat ona uydurmaya çalışanlar olamayız, asla olmamalıyız. Ne kadar uydurmaya çalışsak da, kısa devre yapmaktan kendimizi kurtaramadığımız gibi ve tabi ki tüm şalterler de atmak zorunda kalmaktadır.

Kendi tarihsel dönemi itibariyle yani 1970’ler sürecinde İbrahim yoldaşın Türkiye ve Kuzey Kürdistan sosyo-ekonomik yapısına ilişkin tezleri, doğru ve bilimseldi. Ancak yoldaştan sonra bugüne kadar hayatın nesnel gerçeklikleri ve siyaset-leri binlerce kez değişti. Fakat İbrahim demek, Kaypakkaya yoldaşın gerçek ardılı ve devamcısı olmak, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ı yarı-sömürge, yarı-feodal görmek demek değildir. Bu olsa olsa Kaypakkaya’yı, bir dogma olarak savunanların, ekonomi politik ve sınıfsal değişimlerin hiç olmadığı yönlü yaklaşım içerisinde olanların işi olabilir. Öncelikle bu durum, önemli ve oldukça ciddi düzeyde bir çizgi kırılmasını ve yönelimini göstermektedir. İbrahim; bir felsefe, ideoloji ve metodolojidir. En çok da devrimci komünizmin metodolojisidir, doğru ve bilimsel olarak güncelliğini ve geçerliliğini somut-aktüel olarak sürdürmektedir. İbrahim’i başta komünist devrimci ideolojik seviyeden ve bu ana-belirleyici olgudan ayrı ve bağımsız düşünebilir ve değerlendirebilir miyiz? Ve yine dünyadaki o dönemin somut ve objektif şartları dışında sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki gelişmeler ile darlaştırıp doğru bir çerçeve belirleyebilir miyiz? Hayır. Demek ki devrimci komünizmsiz doğru temelde bir Kaypakkaya, düşünemez ve tasavvur edemeyiz. Böyle tasavvur edersek diğer devrimciler düzeyinde ancak, sadece devrimci bir Kaypakkaya ortaya çıkarılabilirdi. O her şeyden önce devrimci komünizmin ideolojik temeli üzerinden yükselerek, ideolojik politik yönelimini, çizgisi ve teorik pratik yürüyüşünü sürdürmüştür. Nitekim bu bilinçle, ‘’hareketimiz, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür’’ diyerek net ve gayet açık beyanı doğru kavranmalıdır. Bu bilinçle, öncellerimizin politik devrimci komünist mayasını korumakta ve bu yönelim doğrultusunda yükseklere çekilen bayrak olarak meydan okumaya devam etmekteyiz.

Kaypakkaya’yı, kuru bir siyasetçi olarak ele almakta oldukça yanlıştır. Her şeyden önce komünist devrimciler, hükümet ve milletvekillerinde çokça örneklerinde görüldüğü gibi salt bir politikacı ve kuru bir siyasetçi değildirler. Onlar bizzat, sisteme kafa tutan ve onu yıkmak perspektifiyle hareket eden komünist devrimcilerdir. Bu düzlemde, Kaypakkaya’nın aynı zamanda siyaset, sanat ve edebiyata da derin ilgisi ve çok yönlü bir kişilik olduğunu görüyoruz. Araştırma ve incelemeleri içerisinde edindiği bilgiler ve kavrayışıyla birlikte, yeni düşüncelere ulaşma ve bunları sistematize etme uğraşıyla meşgul olduğunu görüyoruz. Kendine özgü tartışma ve polemik tarzı ve diliyle, aykırı bir karaktere sahipti. Hem teori, hem de pratiğe yönelik, özel olarak ilgilenme ve yönelim perspektifine sahipti. Devrimci iyimserliğini kaybetmeksizin, sürekli araştırma ve inceleme, morali yüksek tutma, inatçı tartışma ve karşısındakini dinlemede oldukça öğretici yanlara sahipti.

İbrahim’in, eksik yanlarına değinmeden geçemeyiz. Her şeyden önce Mao ve ÇKP’ye yönelik yanılmaz otorite tarzı, belirli bir anlayışa da sahipti. Nitekim, ÇKP’nin emperyalizmin toptan çöküşe ve proleter devrimin hızla ilerlediği bir süreç tespitini, olduğu gibi kabul etmesiyle ve bunun ülkemizde de geçerli olduğu yönlü tespitiyle hareket etmesindeki hatayı, yaşanılan acı tecrübelerle, daha net görmek mümkündür. Keza ÇKP, bir sonraki toplantısında böyle bir tespitten vazgeçerken, ne yazık ki Kaypakkaya hareketi çoktan, sol bir çizgiye girmişti bile. Yine Kaypakkaya’ da doğa-ekoloji, kadın ve LGBTİ-Q’lar üzerine, herhangi bir plan, proje, programatik görüş, politika ve perspektif yani bu konularda tezleri olmadığını görüyoruz. Sadece Amed zindanındayken savunma taslağı içerisindeki Demokratik Halk Devleti’nin programı taslağı alt başlığında –kadınlara eşit statüden bahsetmiştir. Bir diğer önemli husus ise Mustafa Suphi TKP (Türkiye Komünist Partisi)’sinden daha önceleri Ermeni sosyalistleri gerçekliğini görememesidir. Türkiye ve Kürdistan’da Komünist Manifesto’yu ilk çevirenler ve sosyalizm tohumlarını atan Ermeni sosyalistlerini görememesi durumu söz konusudur. Bu duruma yol açan belli sebepler kapsamında, Marksist kitapların yeterince çevirilerinin olmaması ve bunlara ulaşamama gerçekliğini de eklemeden geçemeyiz. İttihat-Terakki, Ermeni soykırımı, Şeyh Sait, Dersim ve Kürt soykırımları gibi olgulara doğru yaklaşım ve aldığı tutumdan kaynaklı, eksikliğini esasta giderdiğini de vurgulamak isteriz. O dönemin verili koşulları ve burjuva ideolojik kuşatması karşısında, yine de oldukça ileri görüşler ve tezlerin ortaya konması, asla küçümsenmeden üzerinde yükselmemiz gereken halkadır.

Biz İbrahim’den sonra gelenler, yeni süreçlere ve değişimlere uygun doğru ve bilimsel tespitler yaptık diye, öncellerimizin ardılı yada devamcısı olmuyor muyuz? Oysa tam da onların lafzına değil özüne sarılarak, bilimsel tutumu ve ruhuna uygun hareket etme kararlılığı ve yöneliminde olduğumuzu iddia ediyoruz. Bu temelde devrimci komünist kopuşumuz ve hareketimiz, öncellerimizin en ileri düzeyde temsilidir. Ve evet nitel olarak ilerletilmesidir. Önceki tüm yoldaşları ne sağa ne de sola hiç çevirmeden ve oraya buraya da dolandırmadan devrimci komünist bilimimize ve tarihsel-diyalektik materyalist perspektifle, doğrudan özüne sarılarak geçmiş tarihsel süreçleri, bugünün dünyasını, Türkiye ve Kuzey Kürdistan gerçekliğini anlamaya çalışan, doğru analiz etmeye girişen ve bütün bu tarihsel ve güncel objektif koşullara ve değişimlere yönelik tahliller üzerinden de belirli düzeylerde sentezler ve görevler tespit etme kararlılığındayız. Bugünün dünyasını, düşünce sistematiğini, çizgisini, ideolojik-siyasal-örgütsel ve askeri durumu anlamaya çalışmak ve belirli somut tahliller yaparak çeşitli politikalar öngörerek görevler tespit etmek, devrimciliğin her alanda yeniden güncellenmesi ve yapılanması perspektifiyle hareket etmek, asla dogmatizm ve revizyonizm değildir. Hele hele post-modernizm ve çokça dillendirilen post-Marksizm, hiç değildir. Daha doğru düzgün okumadan, analiz etmeden eleştireyim ve kötüleyeyim diyerek hemen sağ ya da sol revizyonist, sekter, üstenci, tasfiyeci ve bu yönlü etiketleri yapıştıran yaklaşımlar, açık ki felaket tellalları ve duygu simsarlarıdır.

Dogmatizme, şekilciliğe, şablonculuğa ve geleneklerin ölü ağırlığına esir düşmeden ve takılmadan, köklerimize doğru ve bilimsel sahip çıkarak ilerliyoruz. Bu perspektifle devrimciliğin her alanda yeniden anlam kazandırılması babında, evrensel ve özgünlükleri birleştirme yönelimiyle hareket ederek devrim, sosyalizm ve komünizme doğru yürüyüşümüzde, Türkiye ve Kuzey Kürdistanlılaşmak için yola çıkmış bulunuyoruz.

Sonlandırırken birkaç noktanın da önemle altının çizerek bitirmek istiyoruz. Uluslararası Komünist Hareket (UKH) ve tarihini, her bir ülke ve coğrafyadaki Komünist Partilerini ve komünist devrimci hareketimizi, bunların her bir sürecini, Kaypakkaya ve diğer bütün öncellerimizi değerlendirirken, eleştirirken ve doğru yanlış temelinde analize tabi tutup senteze ulaştırırken, burjuvaziye ve kapitalizme ait olan değer yasası ve fiyat biçer gibi bir yöntem izleyerek, ele alamaz ve değerlendiremeyiz. Bu temeldeki değer yasasına göre yapılan bütün değerlendirmeler, komünist devrimcilere ait değildir ve olamaz. Bu noktada, kapitalist piyasalaşmaya, kesinlikle hayır diyoruz.

Enternasyonal proletaryanın devrimci hareketi içerisinde, hem dünya genelinde hem de her bir ülke ve parçada, örgütsel işleyiş ve disiplin hataları ve zafiyetleri oldukça yoğun olarak yaşanmıştır. Öyle ki aslında ideolojik kırılma ve sapmaların doğrudan ürünü olarak hareketimizin de birbirlerine ters iki yönünde zengin tecrübelerine sahibiz.

Kaypakkaya ve öncellerimiz bugün de, çok yönlü olarak komünist devrimci hareketimize yol göstermeye devam ediyor. Öncellerimiz, ideolojik mücadeleden hiçbir zaman kaçmamış, aksine demokratik merkeziyetçilik temelinde, parti içi iki çizgi mücadelesini, sürekli zorlamış ve onda ısrar etmiştir. Kaypakkaya’nın TİİKP(Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) içerisinde iken yürüttüğü parti içi iki çizgi mücadelesi (ideolojik mücadele), pragmatist ve oportünist, eklektik ve tekçi tüm anlayış ve çizgiler ve de burjuvaziden gıdasını alan bütün yönelimler ve siyasetlere taban tabana zıttır. Tam da komünist bir çizgi ve siyasetle, Şafak revizyonizmine karşı yürüttüğü parti içi iki çizgi mücadelesi ve yönteminde devrimci bir hat izlemiştir.

Ancak, ne yazık ki sözde İbrahimcilik adına bütün bu nesnel gerçeklik ve yönelim yerine, küçük burjuva kaygı ve grupçuluk, kariyerizm ve ben merkezcilikler gırla giderek uzun yıllar eksik de değil tamı tamına yanlış çizgi ve siyasetler sürgit devam etmiştir. Genel devrimci hareketler içerisinde yaşanan tüm kopuşlar ve ayrılıklar, esas olarak ideolojik mücadele temelinde gerçekleşmemiştir. Yoldaş Kaypakkaya’nın TİİKP’ e karşı parti içi iki mücadelesinde izlediği devrimci çizgi ve yöntem ile bugüne kadar izlenenler arasında, yakından uzaktan esaslı bir ilgi söz konusu olamaz. Parti içerisinde doğru yanlış temelindeki ideolojik mücadelede referans ve üzerinden yükselerek sürekli izlememiz gereken halka, Kaypakkaya’nın yürüttüğü parti içi iki çizgi mücadelesidir.

Kaypakkaya’yı, basit bir kahramanlık derekesine de kesinlikle indirgeyemeyiz. Türkiye ve Kuzey Kürdistan ilerici ve devrimci hareketi genel olarak onu, işkencede düşman karşısında can bedeli gösterdiği cesareti üzerinden paye biçmeye çalışırlar. Oysa Kaypakkaya’yı, düşmana karşı dişe diş bu kadar cesaretli kılan, tam da kültür devrimi ile ulaşılan seviyeden aldığı komünist devrimci ideoloji doğrultusunda gelenekselci –staükocu -burjuva medeniyetçi teori ve tarih, ilerici-gerici vs gibi UKH’ nın bu noktalardaki kamburlarına karşı, köklü ve temelden komünist devrimci tutumudur.

Tamamen gerçeğe hürmet etme temelinde, somut ve nesnel gerçeklikler üzerinden yükselerek biz ardıllarına, doğru ve bilimsel güçlü bir zemin sunarak hala yol göstermeye devam ediyor. Böyle bir bilinçle yoldaş Kaypakkaya kavrayışımızı ortaya koyarken, şimdi çok daha önemli bir yerde ve daha büyük sorumluluklar ile karşı karşıyayız.

Kaypakkaya, bir felsefe, ideoloji, yöntem ve teoridir. Bu gerçekliğinden koparılır, her hangi bir anın somut durumunun tanımlanmasına hapsedilmiş bir Kaypakkaya tasavvuru, yoldaşı hiç anlamamaktır. 2. Enternasyonalcilerin Marks yoldaşı, bir stratejiden ibaret görmesi gibi. Oysa Marks’ın stratejisi tamamıyla tarihseldi. O dönemin gerçeklerine uyarlanmış bir ideolojik rehberlikti. Ve onlar, ideolojiyi bir kenara attılar, tarihsellik içerisinde o zamanı izah eden bir tanımı, Marks’ın değişmez fotoğrafı olarak bellediler. Böyle bir Marksçılığın yanlışlığı gibi, dönemin gerçeklerini ifade eden Kaypakkaya yoldaşı, değişmez bir bütünlük panoraması şeklinde tasavvur ederek ele alan ve kavrayış zayıflığı gösterenlerde, çoktan elveda demişlerdir. Yeminleri ve öncellerimize öykünmelerinin, bilimsellikte bir değeri yoktur. Kavramlar, tarihsel gerçeklerin sebepleriyle dinamik ifadesi ve gerçeği daha derinden kavrayan soyutlanmasını ifade ederler. Bu zahmetli ve gerekli bir uğraştır. Ancak buna mecali olmayanlar, sözcükler ve lafazanlıklar ile idare ederler. Sözcükler ve kavramlar popülistçe karalanabilir ama gerçek, ama kavram, asla uzun süre karartılamaz.

Kaypakkaya ve öncellerimizi yaşatmak, tarihe olduğu gibi bugüne, teori ve kesinlikle pratikte yeterli düzeyde cevap olmaktır. Onlara öykünerek ve yüzümüzü dönerek değil, bizzat onları arkamıza alarak, önümüzü görebilmektir. Onların projeksiyonlarıyla, yolumuzu aydınlatan ışıklar üzerinden yükselerek, günün bizlerden istediği komünist devrimciler olabilmektir. Devrimci hareketin, Kaypakkaya özgülünde öncellerimizle olan ilişkisi, bir ‘’temenni’’ olmaktan çıkarılıp, devrim ve komünizm mücadelesine kan ve can katan bir düzeye yükseltilmesi gerekiyor.

Marks’ın ifade ettiği gibi, ejderha ekip pire biçmeyeceğiz. Türkiye ve Kuzey Kürdistan topraklarının derinliklerinde kök salmış komünist devrimci önder Kaypakkaya’nın ektiği tohumlar üzerinden, sağlam ve yeşermeye hazır, filiz filiz çiçekler büyüterek ilerleyeceğiz.

Farklı tarihsel süreçlerde olsa da Mayıs, tam da şehitler ayıdır. Mayıs ayında yaşamını yitiren İbrahimler, Denizler, Hakiler, Orhanlar, Mehmetler, Ramazanlar, Azat ve Çektarlar, Hozanlar, Şirinler, Ulaşlar ve daha nice yoldaşların anıları önünde bir kere daha eğiliyoruz. Yitirdiklerimize sözümüz olsun ki, bıraktıkları, mirasa doğru ve bilimsel temelde sahip çıkarak onları, devrim, sosyalizm ve komünizm mücadelemizde yaşatacağız…

Şiar Atakan

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız