Birleşik Devrim Mücadelemiz Yeni Haziranlarla Büyüyecek

1055

Yedi sene önceydi. “Birkaç ağaç” için başlayan kısık sesli bir çevre eylemine karşı gelişen polis terörü, buna karşı örgütlenen direniş ve iradi bir müdahale, toplumun biriken öfkesini bir kıvılcım misali ateşleyerek, söndürülemeyecek bir yangına dönüştürdü. Bu yangın sokak-sokak, şehir-şehir, İstanbul’dan Amed’e kadar yayıldı. Yangından korkan burjuvazi ve iktidar gücü, ne kadar su dökmeye çalışsa da ateşin üstüne, nafileydi. Türkiye ve Kürdistan proletaryasının-ezilenlerinin bilincine bir çentik atılmıştı artık. Öyle ya, ateşi söndürseler de, közü harlanmaya hazır bir şekilde, tüm sıcaklığı ile koruyor kendisini.

Haziran Ayaklanması’ndan, Gezi’den bahsediyoruz. 1871’i yaratan bir 1848’in; 1917’yi yaratan bir 1905’in, Türkiye ve Kürdistan sokaklarında tecessüm etmiş halinden bahsediyoruz. Neo-liberal palavralar ve perdeler ile sıtmaya razı edilenlerin, razı olmadıklarını barikat-barikat gösterdikleri, kendilerini sınadıkları ve kavgayı öğrendikleri bir cenk alanından bahsediyoruz.

Ayaklanma, 2009 Bostancı direnişinden, 2012 zindan açlık grevlerine, işçi direnişlerinden baskı-terör rejimine karşı harlanan her isyan ateşinin, bir sonucu ve toplamı olarak gelişti. Bu süreç, “direnilemeyecek olana” karşı gelişen bir direnişti. Bir zorunluluk değildi, herhangi şekilde karşılıklı gelişen bir düzen hukukunun, direnenlere bahşettiği bir hak hiç değildi! Yıllardır biriken öfkenin ve özgürlük arzusunun, pratiğin içerisinde deneyimlenmesiydi.

Ki bu deneyim, bir sonuç ve öğrenilmiş olarak, barikatları; Taksim’i, Kızılay’ı işaret ettiği anda sahnede yerini alanlar, bu deneyimi bir hakikate ulaştırdılar. Kendi komünlerini yarattılar. Verili düzene ve sisteme karşı, kendi benzerleri ve benzemezleri ile omuz omuza verdiler. Birlikte karar aldılar, birlikte yaşadılar. Burjuvazi ile kafa kafaya geldiler. Onun kolluk kuvvetleri ile göğüs-göğüse çarpıştılar. 11 Haziran-Tarlabaşı barikat direnişine kadar geçen o kısa erimde, 11 yıla bedel bir tarih yazdılar.

Nitekim ayaklanma, tüm bu benzersiz ve görülmemiş ihtişamına rağmen bir hedefe yönlendirilemedi. Devrimci hareketin her anlamdaki eksikliği ve devrimci bir siyasal öncünün yoksunluğu, ayaklanmacıların seviyesinin gerisine düştü. Barikatlar çarpışırken Gezi Parkı’na ve mahallelere çekilenler, direnenleri polis ilan edenler; kitleler Başbakanlık Ofisi’ne yürürken “aman tadımız kaçmasın diyenler”, “hükümet istifa” diyen kitleleri, “suni bir panayıra-kermese” mahkûm ettiler.

Elbette ki böylesi bir anın, bir anda sönümlenmesi beklenemezdi. Ayaklanma kendi ardı sıra, 10 Ekim’e kadar gelişen, kitlelerin teyakkuzda olduğu bir dönemi yarattı. 7 Haziran seçimlerine giden süreçte, 6-8 Ekim Serhildan’ı ile birleşen köprüleri kurdu. Düşmanın bacaklarını tir tir titreten bir toplumsal hareketi var etti. Ancak yine bir yetmezliğin sonucu olarak bu hareket, uç aşırı devlet terörü ve katliamlar ile bastırıldı ve dağıtıldı.

Ne bugün ki bu baskı ve ceberrut ortamı, ne de bu baskı ve ceberrutu dağıtacak bir devrimci dönem, Haziran Ayaklanması’ndan ve onun yarattığı deneyimden bağımsız ele alınamaz. HBDH, Haziran Ayaklanması ile 6-8 Ekim Serhildanlar’ının birleştiği köprüde, kesiştiği noktada tüm bu yetmezliklerin bir çözümü olarak inşa edilmiştir. Bu köprüyü, Türkiye ve Kürdistan metropollerine akacak, devrimci bir dalganın güzergâhı yapacak olan da, yine Birleşik Devrim Hareketi’nden başkası değildir.

Birleşik Devrim Hareketi; Haziran’ın, ardında bıraktığı közleri, bugün Türkiye ve Kürdistan metropollerine taşıyarak harlamakta. Günü geldiğinde devasa bir yangına dönüşecek bu ateş, sanmasınlar ki bu sefer egemenleri ve iktidar gücünü teğet geçecek. Bugün bize düşen görev, yeni Haziranları yaratmak, direniş odaklarını örgütleyip harekete geçirmek ve bunu yeni 6-8 Ekimler ile buluşturmaktır. Düşmanın evinin içine, kapısının önüne ve en işlek caddelerine kadar bu ateşi taşımaktır!

HBDH Yürütme Komitesi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız