TUPAMAROLAR: “Ya Herkes Dans Edecek Ya da Hiç Kimse!” – Mahir Yılmaz

2268

Adı Bilinmeyenler”

Uruguay devleti ve burjuva medyası, Tupamarolar’ı “Adı Bilinmeyenler” olarak toplumun hafızasına kazımak istiyordu. Çünkü Tupamarolar (MLN) ismi, onları gün geçtikçe rahatsız eden bir pozisyondaydı. Oysa bu isim, Uruguay, Latin Amerika ve dünyanın yoksullarının hafızasında geleceğe umutla bakmanın adı olmuştu. Çünkü Tupamarolar, Uruguay’ın “kesik damarları”nı çok iyi tahlil etmiş ve buna uygun adımlar atmışlardı. Biz de bu yazımızda, Tupamarolar’ın öne çıkan yanlarını, darbe sonrası yaptıkları özeleştirel değerlendirmeleri, günümüze taşıyabileceğimiz dersler bağlamında incelemeye çalışacağız.

Tupamarolar, 1960’ta sendikacı, avukat Raul Sendic önderliğinde kurulur. Tupamaro ismi, Peru’da bir halk önderi olan Tupac Amaru’dan gelir. Tupac Amaru, Peru’da İspanyol sömürgeciliğine karşı ayaklanmanın lideridir. Ayaklanma yenilgiyle sonuçlandıktan sonra yakalanır. Ve ondan, yoldaşlarının adını isteyen işkencecilere, “İki kişiyi tanıyorum, biri siz bana işkence edenler ve diğeri ben, başka kimseyi tanımıyorum” der. İşkenceye karşı tavizsiz tutumuna karşılık, dili koparılır ve vücudu gerdirilerek dört parçaya ayrılır. Böylece, Latin Amerika’da direnişin ve mücadelenin sembol isimlerinden biri haline gelir.

Tupamarolar gelenekçi bir hareket değildir; içinde çeşitli görüşler vardır. Troçkistler, Maoistler, Sovyetçiler, Fokocular vs. Bu yüzden temel sloganları “kelimeler ayrıştırır, eylem birleştirir!” olmuştur. 1960’tan 1963’e kadar bir hazırlık aşamasına girerler. Üç yıl boyunca, teorik-pratik sorunlara çözümlemeler getirirler. Eylem kararı aldıklarında, ellerinde çakıdan başka silahları yoktur. Bu yüzden ilk eylemleri, silah teminini gerçekleştirmek için bir atış kulübünü soymak olur. Eylem esnasında yanlarında sadece bu çakıları vardır. Verdiğimiz örnekle beraber şunu diyebiliriz; kuruldukları ilk andan, ilk eylemlerinden itibaren bu başarılı pratik sadece yöntemden kaynaklanmamaktadır. Yöntemi açığa çıkaran başarı odaklı, kararlı, disiplinli ve cüretkar duruştur. Sol içindeki kısır tartışmalara girmezler. Dolayısıyla bazı hazır reçetelere hiçbir zaman bağlı kalmazlar. Kendi bulundukları zaman-mekanın somut analizi ile birlikte, bu analizin gerekliliklerini yerine getirirler. Devrimci eylemlerden doğan devrim teorisinden daha iyi bir devrim teorisi olamaz, cümlesi yine hareket tarzlarını belirler nitelikte olmuştur. Sözden, propagandadan önce, eylemi her zaman ön plana çıkartırlar. Ormanları, dağları olmayan bir ülkede gerillacılığının nasıl yapılabileceğini gösterirler. Şehir gerillasının en avantajlı yanı, düşman hedeflerinin her an ellerinin altında oluşu ve bunun uygun anda eylem yapmayı kolaylaştırması olduğunu bilince çıkarıp uygularlar. Örneğin bir kır gerillası, hedef bulup eylem yapmak için engelleri aşmalı ya da günlerce pusuda beklemelidir. Şehir gerillası ise devletin her türlü yetkilisine ulaşabilecek, eylem yapabilecek konumdadır.

Eylemleri, herhangi bir zamanda, herhangi bir düşman hedefine yönelik değildir. Eylemler, stratejik olarak askeri-politik amaçlar doğrultusunda belirlenir. Eylem tarzları, devleti yıpratan, halkta ise sevindirici, coşku yaratan nitelikte olmuştur. Gerillanın hedefi, gelişmek ve düşmanı zayıflatmaktır. Eylemler de genel olarak, bu durumu destekler niteliktedir. Hedef, güçler dengesini değiştirmektir. Tupamarolar ilerledikçe, devlet iktidarının yansıra devrimci iktidar olgusu da yaşamaya başlar. Yani ikili iktidar durumu oluşur. Artık evler, halkın karakollarıdır. Patronlar, işkenceciler, rüşvetçiler her an için Tupamarolar’ın nefesini enselerinde hissederler. Öne çıkan bazı eylemleri; işkencecilerin cezalandırılması, patronların ve diplomatların kaçırılması, ordu merkez ve piyade karargahlarına baskınlar, hapishane baskınları ile devrimci tutsakların kaçırılması, büyük market araçlarının kamulaştırılması ve içindekilerinin halka dağıtılması, büyük banka ve kumarhane soygunları, Pando şehrinin işgali… Eylemlerde kullanılan yol, yöntemin ve eylemlerin boyutunun daha iyi anlaşılması için birkaç eylemi anlatalım.

Diplomat kılığındaki CIA ajanının cezalandırılması

1970 yılına gelindiğinde örgütün birçok militanı hapishanelere düşmüştür. Örgüt bu sorunu takas yoluyla çözmek ister. Hapishanedeki tutsaklar ‘Şeytan Planı’nı hazırlarlar. Plana göre işkenceciler, diplomatlar, iktidar üyesi politikacılar, ordu komutanları, hakimler vs kaçırılacaktı. Ve bunlar talep dile getirilmeden, eylemi üstlenilmeden, zamana yayılarak yapılacaktı. Devlet, Tupamarolar’ın ne yapmak istediğine kafa yormalıydı. Kaçırılanları bulmak için her türlü yönteme başvuracaktı. Bu da aslında ‘Şeytan Planı’nın püf noktası olacaktı. ‘70’li yıllara gelindiğinde, Tupamarolar’ın halkla güçlü bağları bulunuyordu. Evleri, halk hapishanesi olarak kullanabiliyordu. Tupamarolar, devletin hangi yola başvurursa vursun, kaçırılanları bulamayacağını kanıtlamalıydı. Ayrıca kaçırmalar, devletin her kurumundan olacağı için, kurumlar ihaleyi birbirine bırakamayacak ve esir takasını konsensüs içinde kabul edeceklerdi. Planın amacı, sadece tutsakları serbest bırakmak değil, aynı zamanda devletin her kurumunda başı çekenlerin (politikacılar, komutanlar, diplomatlar, hakimler vs) ne kadar korunaksız olduğunu göstermek ve devletin güçsüzlüğüne işaret etmekti. Plana göre, devlet kaosa girene kadar kaçırmalar devam edecekti. Ancak hapishanedeki hesap, dışarıdaki pratiğe uymaz. Kaçırılanlar arasında, ABD’nin Tupamarolar’la mücadele için özel yolladığı işkenceci Don Mitrione de bulunur. Üç başarılı, bir başarısız kaçırma eyleminden sonra örgüt takas talebini dile getirir ve devlete süre tanır. Ve bu erken adım, planlandığı gibi ülkeyi krize sokmaz. Örgütün talepleri reddedilir. Baskı ve aramalar sonucu örgütün birçok öncü militanı tutuklanır. Don Mitrione ise, devletin talepleri reddetmesi üzerine, cezalandırılır. Yıllar sonra, ‘Şeytan Planı’nı hazırlayan Eleuterio Fernandez Huidobro, Gaby Weber’in ‘Gerilla Bilanço Çıkarıyor’ kitabındaki ropörtajında, bu durumu hapishaneden örgütün yönetilemeyeceği üzerine özeleştirel bir yaklaşımla anlatır: “Mitrione’yi öldürmek bir yanılgı mıydı yoksa gerekli miydi?” sorusunu, “O sırada başka bir çıkar yol yoktu. Yanılgı onun infaz edildiği an değil, ültimatom verilerek yapıldı, böylece Pacheco hükümeti ağır bir yükten kurtarılmıştı.” diyerek yanıtlar. Çünkü Don Mitrione, çeşitli sorgulama teknikleriyle suçlarını itiraf etmiş ve kirli ilişkileri açığa çıkarılmıştı. Diğer yandan hapishanedeki planın tam uygulanmaması, devleti Don Mitrione’yi bulma yükünden de kurtarmıştı.

Sıkı Yönetim filminden bir kare, işkenceci Don Mitrione sorgulanıyor.

Bir ajitasyon/propaganda klasiği: Libertadores Kupa Finali

“Latin Amerika’nın kesik damarları”ndan biri de futboldur. Tupamarolar, halka hitap etmek için, 1969 yılında, Radio Sarundi’nin yayın yapacağı, Montevideo Nacional (Uruguay) ile Estudiantes (Arjantin) futbol takımlarının Libertadores Kupası finalindeki karşılaşmasının olacağı 15 Mayıs günü uygun tarih olarak seçer. Radyo, ülke çapında dinlenmektedir ve maç esnasında daha da çok dinlenmektedir. Plan yapıldıktan sonra, istihbarat çalışmaları yapılır. Gerçekten hamile bir militan, su içme bahanesiyle radyo vericisinin olduğu binaya gider. Yarım saat içeririsinde hamile kadının kurduğu samimiyet ile binanın günlük rutini öğrenilir. Evde nöbetçi ve eşinin dışında, küçük bir çocuk ve ihtiyar bir adam da vardır. İhtiyar adam kolayca sinir krizi geçirebilmektedir. Hamile kadın ziyaretinde bunu öğrenmiş ve eyleme giderken yanlarına sinir krizine karşı kolonya ve gerekli haplar da alınır. Evin küçük çocuğu da unutulmaz ve ona da müzik topacı götürülür. Ayrıca radyoda propaganda kaydını yerleştirmek için bir ‘teknisyen’ de ayarlanır. 15 Mayıs günü eyleme geçilir. Eyleme 12 militan katılır. Radyo istasyonuna girilir ve içerdekiler etkisizleştirilir. Yaşlı adamın krizi kolonya ve haplarla sakinleştirilir. Devre arasında propaganda mesajı Uruguay ve çevre ülkelerde yayına başlar. Artık geri çekilmek gerekir. Geri çekilirken polise herhangi bir müdahalede patlama yaşanacağına dair bir not ve patlayıcı süsü verdikleri bir pano bırakılır. Polis, olay yerine 10 dakika sonra varır. Tupamarolar, çoktan olay yerini terk etmiş ve radyodan mesajlarını dinlemektedir. Yüzü aşkın polis, saatlerce patlamasız bir şekilde içeriye nasıl girip yayını nasıl kesebileceklerini düşünür. En sonunda, bölgenin elektriğini komple keserler ancak propaganda bandı, gece yarısına kadar 6 defa dönmüştür. Maçı Uruguay temsilcisi Nacional 2-1 kaybetmiştir. Ancak maç sonunda taraftarlar, yenilgiye rağmen memnundurlar ve “Tupamarolar’ın golüne karşılık Estudiantes’in golleri havada kalır!” derler.

Devletin bloke edildiği kent: Pando

Tupamarolar, Che Guevera’nın ölümsüzlüğünün 2. yıldönümünde 18.000 kişilik Pando şehrini işgal etmeyi kararlaştırır. Bu eylemin birçok hedefi vardır. Finansman, askeri donanım, Che’ye saygı, mücadeleye daha da ivme kazandırmak ve devrim için izlenecek yolu halka göstermek, bu hedefler arasındadır. Eylem için aylar öncesinden keşif, istihbarat,tatbikat çalışmaları başlar. Bu çalışmalar sonucu, plan netleşince, 49 kişi ile operasyona başlarlar. Şehire girerken dikkat çekmemek için cenaze konvoyu kurgusu oluştururlar. Aynı anda 6 hedefe yönelirler: Polis karakolu, itfaiye, telefon santrali ve 3 banka. Karakol, itfaiye ve santral işgal sırasında gelişebilecek dış müdahaleleri engellemek içindir. Bir militan, 6 gruba ayrılan 49 eylemciyi koordine eder bir pozisyonda dışarda durur ve gruplar arası iletişimi, geri çekilme gibi işlemleri gerçekleştirir. Tatbikat bu kadar büyük bir eylem için tam anlamıyla uygulanamaz. Bu yüzden hesapta olmayan olaylar yaşanır. Mesela bir banka önünde, polisle çatışma sonucu arabanın lastiği patlar ve bu ekip çıkış için buluşma noktasına geç kalır. Yolun belli bir kısmı yine cenaze konvoyu şeklinde gidilir. Bir sorunla karşılaşılmaz. Bir noktadan sonra, grup ikiye ayrılır. Birinci grup, başkent Montevideo’ya ellerindeki yaralı arkadaşlar ve paralarla varır. İkinci grup ise polis çevirmesine takılır ve tarlalara arabayı sürerler. Burada girdikleri çatışmada 3 Tupamaro gerillası ölümsüzleşir ve 18 gerilla da yaralı olarak tutsak düşer.

***

Görülebileceği üzere, Tupamarolar’ın eylemleri, halkta güveni, umudu büyütürken, devletin ise ne kadar işlevsiz, korumasız, acizlik içinde olduğunu gösterir. Aynı zamanda iktidarı hedefleyen, ikili iktidar yapısını oluşturan ve propagandasını kendiliğinden yürüten nitelikte eylemlerdir. Devletin, halka yaptığı zulmü yanına bırakmaz. Ezilenle ezen arasındaki çelişki, eylemlerle açığa çıkarılır. Lüks bir eğlence kulübünü basarlar ve şu yazılamayı ardında bırakırlar: “ Ya herkes dans edecek ya da hiç kimse!” Eylemlerde temel şiar, başarı ve minimum kayıptır. Başarıya ulaşmak için her türlü koşulu hesaplamaya çalışırlar. Tupamarolar zorlu, emek gerektiren hazırlık aşamalarını, başarıya odaklı, disiplinli, kararlı bir askeri bakış açısıyla geçirdikleri için, daha saldırıya geçmeden üstünlük kurarlar. Bunun için, eylemden önce, güvenli alanlarda eylem tatbikatları gerçekleştirirler. Öyle ki bazı tatbikatlarda yaralananlar bile olur. İstihbarat toplama yetenekleri de çok güçlüdür. Bunu bazen eylem alanında doğaçlama hikayeler uydurarak, samimimiyetler kurarak yaparlar. Bazen de polisin, askerin içindeki örgütlenmeleri üzerinden sağlarlar. Eylem esnasında hesaba katılmayan durumlar gerçekleştiğinde, hızlı pratik çözümlerle üstesinden gelirler. Arabanın lastiği patladıysa sokaktan geçen bir arabayı durdurup almak ya da sokakta duran bir arabayı düz kontak yoluyla çalıştırmak gibi. Örneğin banka soyulurken, eylem hesaplanandan uzun sürer ve dışarda bankanın açılmasını bekleyenlerin sayısı artar. Bu durum içeridekileri riske atar. Hemen dışarda eylemin güvenliğinden sorumlu arkadaş, müşterilerin arasına karışıp kendi kendisine söylenir ve saati normale göre 10 dakika erken söyler, müşterilerin kafasını karıştırır ve soyguna 10 dakika daha kazandırır. Bazı eylemlerde, birbirlerini tanımak için fular, mendil gibi şeyler kullanırlar. Eylem yapacakları alanı, çevresini iyi tanırlar. Ellerinde kanalizasyon menfezlerine kadar haritalar vardır; ki bu da geri çekilmede, gizlenmede önemli üstünlükler sağlar. Eylemlerin başarısındaki bir başka faktör ise güçlü kolektif çalışmadan, birbirlerine olan güvenden ve konuşmadan birbirlerinin gözlerine bakarak anlaşabilmelerinden gelir.

Örgüt içi yapılanmada, yönetici olmanın sorumluluktan fazla bir getirisi yoktur. Kimsenin, yönetici diye apoleti olmaz. Bazı merkez komite üyeleri gerekmedikçe gerillaların isim, adreslerini bilmezler. Merkez komite üyeleri bile, bazı buluşmalara gözleri kapatılarak götürülür. Yine bu yöneticiler, eylemlere katılmak zorundadır. Yöneticilerin eyleme katılmadığı bir kastlaşma durumu sözkonusu değildir. Demokatik merkeziyetçilik ilkesinin kaba bir uygulanımına gitmez; gerektiği kadar bürokrasi kuralına katıksız uymaya çalışırlar. Kurallar sadece gerillalar için değildir ve en üst organına kadar herkesi bağlar. Gerillalar da aynı şekilde yapılacak işe göre gruplara ayrılır. Gruplarda birbirinin gerçek adını, adresini bilmek yasaktır. Yani denilebilir ki Tupamarolar, en üst hücresine kadar, en kötü koşullara hazırlık anlamında, gereksiz bilgileri birbirleriyle paylaşmazlar.

Örgütlenmesi ise eylem ve propagandaya paralel olarak ,gün geçtikçe büyür. Örgütün en kalabalık olduğu dönemde, 10.000 civarı militanı vardır. Üye kazanmadaki en önemli özelliklerinden biri, diğer örgütlerin aksine, dediğini yapmasıdır. İnandırıcılığı, sahiciliği buradan gelmektedir. Yine yüzbinlerce sempatizanı vardır. Örgüt demokratik merkeziyetçilik ilkesini kabul etmiştir. Ancak gelinen nokta itibarıyla bunu aşmaya çalışır (demokratik merkeziyetçiliği kaldırmak veya inkar etmek değil, aşmak). Bunun için, ilk olarak desantralizasyon hareketini başlatırlar. Desantralizasyon, merkezin sorumluluk ve görevlerini, yerellere dağıtmaktır. Yani örgüt, belli bir olgunluğa ulaşmıştır. Stratejik netliği vardır. Yine örgütün kongrede aldığı kararlar vardır. Desantralizasyon kararına göre, örgüt 7 bölge ve 7 merkez temelinde ve yine kongrede aldıkları kararlar çerçevesinde yerel özgülüne uygun hareket eder. Böylelikle örgüt, daha az bürokrasi işletip daha hızlı harekete geçer. Ve yerelin özgülüne göre hareket edebilir.

Yine kabına sığamayan örgütlenme sorununu aşmak için Tupamaroları Destekleme Komiteleri (CAT’lar) kurulur. Buna göre herhangi biri veya grup, CAT oluşturabilir ya da üyesi olabilir. CAT’lar, Tupamarolar’ın bir üyesi tarafından denetlenmeyecekti. Sadece propaganda, bildiriler ile Tupamarolar’ın istedikleri doğrultuda yönlendirilecekti. Örneğin işçi kıyımı yapan bir şirkete dönük yapabilecekleri oranda eylemler… Ancak son noktada, belirlenen hatta rağmen, CAT’lar Tupamarolar’a ilk girişin kurumu ve gerillanın lojistik desteği haline gelirler. Başta planlanan, tüm sempatizanları konsolide edecek ve belli bir yöne yönlendirecek, gerektiğinde devleti felce uğratacak örgütlenme planı boşa düşer. Tüm bunlara rağmen yazılı reçetelere uymayan yapısı, yeniyi arayan zihni ve pratiği ile Tupamarolar hala günümüze ışık tutuyor. Bugünün örgütleri ve özellikle Gezi Ayaklanması pratiğinde devrimcilerin örgütlenme çabaları ile karşılaştırdığımızda, bunu rahatlıkla görebiliriz. Gezi Ayaklanması’nda sokağa çıkan milyonları konsolide edecek uygun havzalar, mevziler, araçlar bulunmadığı için ayaklanma çabuk sönümlendi. Çünkü devrimci örgütlerin, örgütlenmede bıraktığı boşluğu, devlet, medya ve kolluk kuvvetleriyle bertaraf edebildi.

1972’ye gelindiğinde artık örgüt, ne kadar büyük eylem yaparsa yapsın kitlesini, etkilediği halkı arttıramaz. Mücadeleyi yeni bir boyuta geçirmeleri gerekir. Ancak bunu mücadelenin sıcaklığı içinde ya göremezler ya da mücadelenin boyutu buna izin vermez. Çünkü devlet, Tupamarolar ile mücadele için ölüm mangaları kurmuştur. Mücadelenin boyut değiştirmesi gerekir. Ancak örgüt, bunu başaramadığı için yenilgiye uğrar. Örgütün bu kadar gelişkin olmasına rağmen, neden başarıya ulaşamadıklarını ise Gaby Weber’in ‘Gerilla Bilanço Çıkarıyor’ adlı kitabında Fernandez Huidobro şöyle anlatır: Kafalar değiştirilmeliydi, küçük gruplara son verip askeri sorunlar büyük çapta görmeye çalışılmalıydı. Varsayım olarak: Montevideo’yu ele geçirmek için gerekli olan silah ve asker miktarına erişebilmek için işçi sınıfının, fabrikalan ve halkın desteğini hesaba katmak zorundasın. Bizim yöntem ve mekanizmalamızla asker toplamak ark mümkün değildi, çünkü bu denizi bir kovaya akıtmayı denemek anlamına gelirdi. Mantalite degiştirilmek zorundaydı. Her gerillanın verdiği kayıpların yerini doldurmak için savaçıları solun radikal gruplarından artık tek tek toplayıp bize katılmalarını sağlamak yerine savaşçılar, harekete geçirilen halk olmalıydı. Bu kısa vadede örgütün askeri eylemlerden geri çekilmesi ve hatta savaşçıların güvenlikli bir yerde yeni anlayışa ve yeni askeri konseptlere hazırlanması için kırlardan geri çekilmesi anlamına gelebilirdi. Bazı insanları geri çekmek ve altyapıyı sağlamlaştırmak örgüte iyi gelirdi. Küba gerillası, Sierra Maestra’da kalmış olsaydı hiçbir zaman tarihsel bir önem kazanamazdı. Fidel Castro büyük bir uzak görüşlülükle gerillasını kitle ayaklanmasını koruyarak eşlik eden bir halk ordusuna dönüştürmemiş olsaydı, belki de Küba gerillası, herhangi bir sosyal patlama olmaksızın 30 yıldır dağda olan Kolombiyalı gerilla gibi halen Sierra Maestra’da olacaktı.

1973 yılında ordu darbe yapar. Ancak örgüt militanlarının çoğu ya ölümsüzleşmiştir ya da tutsak düşmüştür. İşçiler ise öncüden yoksun bir şekilde genel grev kararı alır. Ancak bu da bastırılır. Bir başka örgüt militanı ve eski merkez komite üyesi Eduardo Leon Duter, 1973 yılında askeri darbeye karşı bir şey yapamamalarına dair özeleştirel yaklaşımında şöyle belirtir: “[Grev] Bu devrimci duruma yaklaşan kitlelerin bir cevabıydı . Buna bir politik proje ve başka metodlar eşlik edebilmiş olsaydı, tüm olay farklı bir sonuca ulaşabilirdi, belki devrimin zaferiyle sonuçlanabilirdi. Ama karar anının kapıda olduğunu görecek kadar yetenekli değildik biz. Yağmurun yağacağını söylemek yetmez, şemsiyeyi ne zaman açacağını da bilmelisin! Eğer yağmur yağacağını söyler ve bütün gün yakıcı güneş altında şemsiye ve botlarla dolaşırsan, ölümüne terlersin. Ve güneş gökte gülerken yağmur yağıyor diyorsan bir yanılgı içerisindesindir. Yani biz yağmurun yağacağınıönceden söyledik, bu dogru bir öngörüydü ama, şemsiye ile yağmurun yağmasını sağlayabileceğimizi bekleyerek elimizde şemsiye çok çabuk bir şekilde sokağa çıktık. Ve yağmur yağmadı. Ve yağmur gerçekten yağınca biz sokakta değildik, ne şemsiyeyle ne de botlarla caddelerde yoktuk, yağmur yağdığında biz cezaevindeydik!” Bu tahlil de genel olarak dünya devrimci hareketini ve bizi yani Türkiye Devrimci Hareketi’ni kesen bir noktada duruyor. Türkiye’de her darbeden önce gazetelerde, tahlillerde, darbe gelecek, söylemleri artmaktadır. Darbeden sonra ise “biz demiştik” naraları çekilmektedir! Eksik olan ise yine darbeden önce gerekli hazırlıkların yapılmaması ve buna bağlı olarak darbe sırasında gerekli cevabın üretilememesidir. Yine bunu yakın tarihten örneklendirecek olursak, 15 Temmuz darbesi öncesi ve sonrası yazılanları ve pratikleri incelediğimizde daha anlaşılır olacaktır.

Tupamarolar’ın deneyimlerinden dersler çıkarabilmeliyiz. Ancak bu dersler, biçimsel değil özsel olmalıdır. Deneyimlerin özünden aldığımızı, kendi zaman-mekanımıza göre tartabilmeliyiz. Bölgenin, özelde ise Türkiye’nin “kesik damarları”nı iyi keşfetmeli ve buna uygun adımlar atabilmeliyiz. Mücadelemiz uzun ve amansızdır. Bu yüzden güç, efektif kullanılmalıdır. Yapacağımız pratik-eylem, yaratıcı-yıkıcı nitelikte ve bu “kesik damarlar”dan örgütü besleyebilen tarzda olmalıdır. Yine pratik-eyleme; en küçüğünden en büyüğüne başarı odaklı, disiplinli, kararlı bir şekilde yaklaşılmalıdır. Eylem kendi muhtevasını yaratabilmeli, propagandasını yapabilmelidir. Yani pratik-eylem hedefi seçilirken politik, askeri, stratejik bütünlük gözetilmelidir. Gelişigüzel eylemler yapılmamalıdır. Yönetim kolektifleştirilmelidir. Takım çalışmaları ön plana çıkarılmalıdır. ‘Yeni insan’, mücadelenin içinde yaratılmalıdır. ‘Sıradan insanlar’la, kolektif bir önderliğe ilerlenmelidir. Örgütlenmede ve pratikte mevziler gün be gün genişletilmelidir. ‘Deniz’i boşaltacak uygun havzalar oluşturulmalıdır. Karşılığı olmayan propaganda/ajitaston kuru kalır ve sahiciliğini yitirir. Anlattığımız komünist hayalin nüveleri, bu mevzi-havza-komünlerde yaşama geçirilmelidir.

Son olarak, yine sözü Tupamarolar’a bırakalım: “Ne zaman zafere ulaşılacağını sormak boşunadır. Çünkü zafer, yüzlerce militanın özverili, sağlam ve somut çalışmasının ürünü olacaktır; zafere, birçok hataların, birçok zaferlerin ve başarısızlıkların sonucunda ulaşılacaktır.”

Mahir Yılmaz

Kaynaklar

– Gerilla Bilanço Çıkarıyor: Arjantin,Uruguay,Şili ve Bolivya, Gaby Weber, Belge Yayınları, 1991

– Estetize Edilmiş Şiddet: Tupamarolar, Hazırlayan: Cihan Çabuk, Mephisto Yayınları, 2004 Fut

– Futbol ve Devrim: Tupamarolar Finali Ele Geçiriyor, Martin da Cruz,Çeviren: Gizem Denizcioğlu,

– Sıkıyönetim,Yönetmen: Costa Gavras, 1972

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız