“Ya Çemberin İçindesin ya da Dışında!” – Emir Arda

1067

Geçtiğimiz haftanın en önemli gündemi, HDP belediyelerine yönelik gerçekleştirilen “kayyum saldırısı” oldu. Konu üzerine yapılması gerekilen yorumlar -yanlış ya da doğru- birçok yerde yazıldı-çizildi. Daha da yazılır-çizilir. Üzerine çok fazla söylenecek bir sözün olmadığını düşünüyoruz. Mevcut rejimde, olabilecek olan, olmuştur demek, en doğrusu olur herhalde. Sınır içi ve dışında Kürt halkının her bir mevziisine hiçbir sınır tanımadan saldıran, işgal eden ve katliamlar yapan faşizm, gayet doğası gereği hareket etmiştir.

HDP cephesi ise her zamanki pratiğinden ne bir adım geri ne de bir adım ileri olmamak kaydı ile bu atamalara karşı tepkisini gösterdi ve gösteriyor. 31 Mart ve 23 Haziran sonrası şekillenen siyasi dengeler gereği olarak CHP’de, çatlak da olsa bir ses çıkartmakta. İmamoğlu’nun açıklamaları ya da kayyum atanan belediyelere yapacak olduğu ziyaret bunun bir göstergesi olarak ele alınabilir. Kitlelerden doğru bir gaz sıkışmasının olduğunun farkındalar. Bunu, kendi doğrularınca, yönetebilmek istiyorlar elbette. Onlar da, gayet doğaları gereği hareket ediyorlar!

Doğal olmayan durum; ne kadar küçük çaplı çabalar ve girişimler olsa da, tam bu anda, devrimciler tarafından, sıkışan gaza bir kıvılcım çakılıp, bir reaksiyon yaratamama garabetidir. Bu garabetin en genel ve çok özel sebeplerinden, birçok yazımızda bahsettik belki. O yüzden, çok o mecraya girmeden, tam da bu gündemin ertesinde örgütlenecek olan “1 Eylül Barış Mitinglerine” değinme gereği duyuyoruz. Artık bu garabeti bir yerden aşmanın vakti, geldi de geçiyor diye düşünmekteyiz.

*

Denk geldiğimiz haberlere göre; “seçilmişleri” tanımayan, dış siyaseti tamamen işgal-talan-katliam; ezcümle savaş üzerine kurulu olan AKP rejimi, bu mitinglere izin vermiş… Ancak bazı şartları var rejimin: “Kayyum” ve “Darbe” kelimelerinin kullanılmaması…

Daha önceden de çokça örneklediğimiz gibi burjuva diktatörlüğünün herhangi bir biçimi, kendi kurulu çemberindeki (alanındaki) gaz sıkışmalarını giderebilmek ve tahliye edebilmek adına suni kanallar yaratır. Misalen bu durum, burjuva demokrasisinde, parlamento–güçler ayrılığı vb. suni demokratik alanları var ederek gerçekleştirilir vb…

Faşizm gibi atipik rejim tiplerinde ise bu durum, baskı ve terör tandansıyla, daha seyrek ve hatta daha ince bir işçilik ile uygulanır. Örneğin, rejimin gözlerine dik dik baktığınızda, rejim oturup sizle diyalog kurmayacağı gibi size topyekûn bir saldırı da gerçekleştirmeyebilir. Çünkü rejimin gözünün içine dik dik bakmaya sebep olan bir gerilim anında, topyekûn saldırma durumu, bir etki-tepkiye yol açabilir. Böylesi bir durumda, rejim size, kafanızın dönmesini istediği yöne doğru, çok güçlü bir tokat atar ve “hadi git burada oyna ama oynarken böyle oynayacaksın, yoksa bir tokat daha atarım”  diyerek, parmağıyla kendi belirlediği alanı işaret eder.

Sıkışan gazı, çemberin çeperlerinden dışarıya doğru bu şekilde tahliye ettikten sonra, ya bu kanal kapatılır ya da kanalın tam üzerine bir “yol asayişi” kurularak, bu kanal denetim altına alınır. Açık alanın istismar edilmesi ilkesi, işte tam olarak burada yürürlüğe girer. Devrimci siyasetin görevi, “yol asayişini-kanal denetimini” fiilen etkisiz hale getirip; içini alabildiğince doldurarak, duvarlarına doğru bir basınç yaratıp genişletmektir. Bu genişleme ile devrimci siyaset, çemberin çeperinde kontrollü açılan gediği büyüterek, kendi denetimi altına alır. Elbette, çemberi bozuma uğratacak bu gedikler, sadece bu şekilde değil, çemberin dışından ya da içinden çepere doğru yapılacak, doğrudan saldırılar ile de yapılabilir. Ki, öncülük icraatı kapsamında, esas olan da onlardır. Ancak konumuz bu değil…

Açık konuşalım: Tepkinin sadece HDP ile sınırlı kalmaması, CHP kitlesinde de bir karşılık bulması sonucu sıkışan gaz, tahliye edilmeye çalışılmakta, diyebiliriz. Kayyum atamalarından sonra izin verilen bu miting, tam da rejimin parmağıyla işaret ettiği alandır. Rejim adeta, “belediyeler ne haddinize, gidin miting falan yapın” demektedir. Ancak, muhalefetin üzerinde kurduğu hegemonyadan taviz vermemek adına, fiilen hiçbir önemi olmayan “Kayyum” ve “Darbe” gibi kelimelerin de kullanımına izin vermemektedir. Bu, “ipler benim elimde, kuralları ben koyarım” tavrından başka bir şey olarak anlaşılmamalı elbette…

Tam burada,  gençlik örgütlerinin yaptığı son “20 Temmuz Anması” sırasında, polisle yaşanan o arbededeki sloganı sahiplenmek önem arz ediyor. “…kuralları ben koyarım.” diyen rejime, “Hayır, bundan sonra devrimciler konuşacak!” dememiz gerekmekte. Bundan kaynaklı, “1 Eylül Barış Mitinglerine” kürsülerden konuşacağımız; sloganlar ve halaylar eşliğinde gerçekleşen bir barış şenliği olarak değil;  rejim ile kafa kafaya geleceğimiz bir “gaz tahliye kanalı” olarak bakmak en doğru olanıdır. Kurguyu da buna göre yapmamız gerekir…

Örneğin; gösterişli sloganlar ve pankartlar yerine, üzerlerinde sadece “Kayyum” ve “Darbe” yazan iki büyük pankart ve birçok döviz ile sadece “Kayyum” ve “Darbe” sloganları atarak, alana girmeye çalışan çok küçük bir azınlığın dahi, orada rejim ile kafa kafaya gelmesi ve bütün o mitingi oraya doğru kanalize etmesi, bu perspektifle uyumlu bir kurgudur, diye düşünüyoruz.

EMİR ARDA

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız