Kelebekler’den Aldığımız Güçle, Kadın Özgürlük Mücadelesini Yükselteceğiz! – Kadın Komünarlar

555

Bir kadın kırımı yaşıyoruz. Kadınlar her cephede hedef durumunda. Erkek şiddetindeki artış ve faillerin devlet tarafından korunup kollanması, bu kırımın nasıl sistematik bir hal aldığını gösteriyor. Kadının kapatıldığı hapishanenin gardiyanı ve kimi zaman celladı durumundadır erkek. Onun şiddeti, kadını hizaya getirmek ve rıza üretmek içindir. Toplumsal gericilik birikimiyle beslenmiş olarak, bireysel terör biçiminde gelişen erkek şiddetinin yanı sıra devlet terörü de ulusal, toplumsal, sınıfsal, cinsel talep ve özlemleri ile ayağa kalkan kadınları bastırıp sindirmeyi hedefliyor.

Şiddetin her türlüsüyle karşı karşıyayız. Ekonomik şiddetin en ağırını ve onun perçinlediği erkek şiddetini yaşıyoruz. Başımızı kaldırdığımızda, itaat etmediğimizde, bu kulluk düzenini sorguladığımızda karşı karşıya kaldığımız erkek/devlet şiddetidir. O şiddet ki; patriyarkanın kuşatması yıkılmasın diye bizi itaate zorlamak için; her alanda bizi ikincilleştiren yasaları, yargısı ve kadın katillerinin sırtını sıvazlaması ile hayatımızı gasp etmek için vardır.

Etnik şiddeti de dinsel-mezhepsel şiddeti de gördü bu topraklarda kadınlar. Maraş’ta katledilen kadınların cenazelerine bile tecavüz edilen bir dünya bu. 2019’da, ülkesini, sömürgeci faşist TC’nin işgaline karşı savunurken YPJ savaşçısı Baharin Kobane’nin, nasıl katledildiğini ve bedeninin binbir türlü işkenceye maruz kaldığını gördük. Ekin Wan’ın, cansız ve çıplak bedeniyle panzerin arkasından sürüklenişi, adeta tüm Kürt kadınlarına verilen bir mesajdı; ulusal ve kadın özgürlük mücadelesini yürütürsen, sonun budur. Garibe Gezer şahsında, bir kez daha gördük ki, faşist iktidar; devrimci kadın tutsakları işkenceli sorgu, cinsel saldırı, hücre cezası, ağır cezalar, tecrit vb. gibi birçok insanlık dışı uygulamayla hedefliyor, iradelerini kırıp teslim almak istiyor.

Ulusal baskı ve şiddetin en ağırı, kadının payına düşendir. Sömürgeci ve işgalci faşist TC ve İsrail’in, Kürdistan’da ve Filistin’de, aynı zamanda bir kadın kırımı olarak sürdürdükleri savaş bunun en açık örneğidir. Bir halkın geleceğine kasteden her türlü saldırı; mülk olarak görülen kadın için, iki kat daha ağır bir biçimde gündemdedir. Son bir yıldır sömürgeci faşist devlet, Rojava kadın devrimini boğmak için, birçok kez öncü kadın savaşçıları, komutanları hedef aldı, katletti. Birçok kez, özgürlük isyanını devrime taşıyan Rojava’ya işgal hamlesi ile ölüm kustu. Efrin örneğinde olduğu gibi, işgalciliğin aynı zamanda kadınlar nezdinde taciz ve tecavüzlerle birlikte bir cins kırımı olduğunu bir kez daha gösterdi.

Erkek/devlet şiddetine karşı, Mirabeller’in açtığı yoldan ilerleyeceğiz

Mirabeller, Trujillo’nun faşist dikta rejimine karşı mücadeleye atılarak, en başta toplumsal cinsiyet rollerini reddetmiş oldular. Onlar, hapishanede ziyaretlerine gittikleri eşlerinden iki kat daha tehlikeliydiler. Çünkü yürümüş oldukları yolla, faşist rejimin temel ayaklarından biri olan cinsiyetçiliğe karşı da isyan bayrağını kaldırmış durumdaydılar. Sözkonusu olan, ülkelerinin ve kendilerinin geleceğiydi. Bu yüzden, Mirabel kardeşler, faşist diktatörlüğe karşı, mücadelenin tüm araç ve biçimlerini kullanacakları bir örgütlülüğün içinde, adım adım kozalarını parçaladılar ve kelebeğe dönüştüler. Onlar, artık Dominik’in ve tüm dünyanın Kelebekleri…

Bu duruşlarıyla, ölümüne savaşmanın; patriyarkal kapitalist sistemin hücrelerine hapsolmamanın adı oldular. Faşist diktatörlüğün kadını ikincilleştiren her türlü politika ve uygulamalarına karşı öfkenin, isyanın, kavganın adı…

25 Kasım, onların faşist diktatörlük tarafından katledildikleri gün. Mirabeller, birer devrimci olarak, sistemin temel kodlarını yıkan birer kadın olarak hedeftiler. İşkenceli ölümlerin en ağırına maruz bırakıldılar; cinsel saldırının en dehşetine, tecavüz saldırısına uğradılar. Gelecek düşleri ortak üç kız kardeş, üç yoldaş, ölümü de birlikte karşıladılar.

Sınıfsal, ulusal, cinsel sömürü ve baskı çarkını kırmak için yola düşen devrimci kadınlar; onların yürüdüğü patikada, tüm baskı ve sömürüye karşı devrim düşlerinin taşıyıcısı olarak ilerliyorlar; faşizme boyun eğmiyor, savaşıyorlar. Ama sadece devrimci kadınlar için esinleyici olmadı onların mücadelesi. Kadının bedeni, emeği, kimliği üzerinde kurduğu tahakküm sürgit devam etsin isteyen erkeğe de erkek egemenlikçi sistemi ayakta tutmak isteyen yapı ve kurumlara da itiraz eden, hayır diyen, itaat etmeyen her kadının, ardına düştüğü Kelebekler’dir onlar. Kimlerin yolunu aydınlatmıyor ki onlar: Mevcut toplumsal cinsiyet rollerinin sınırlarını zorlayan, aile denilen hapishanede kırılan kemik, ezilen et pahasına boyun eğdirilmek istenen kadınların mı dersiniz; taciz ve tecavüz tehdidi ile gecelerin ve sokakların dışına itilmek istenen kadınların mı? Emek sömürüsünün yanı sıra cinsel saldırıların da muhatabı olan işçi kadınların mı dersiniz, dili ve kimliği ile özgürce yaşamak, kendi kaderini çizmek isten Kürt kadınların mı? Dini, etnik kimliği, rengi yüzünden cinsel baskı ve sömürüyü iki kat daha ağır yaşayan kadınları mı dersiniz; varoluş mücadeleleri cinsiyetçi ve heteroseksist dünyayı sarsacağı için şeytanlaştırılan, toplumsal nefret ve öfkenin objesi haline getirilmek istenen LGBTİ+ların mı?…

Dünyanın bir yerinde, bir tarihte kadınların yükselttiği bir itiraz, isyana dönüştürdüğü bir çığlık, devrime akıttığı bir mücadele; bizim, patriyarkal kapitalist sistemin sınırlarına sığmayan birer kadın özgürlük savaşçısına dönüşmemizde pay sahibidir. Nasıl ki “eşitsizliğe ve zulme karşı ilk taşı atan adsız savaşçı”nın fiili; okyanusa atılan bir taş misali, bir dalga oluşturdu ve o dalga, zaman tünelinin delhizlerinde kaybolmadı ve bizlere ulaştıysa, 25 Kasım 1960’da dünyanın küçücük bir ada ülkesi olan Dominik’te, Kelebekler’in kanat çırpışı da bizlere ulaştı. Onlar kanat çırptı, bir yıl bile dolmadan ülkelerinde halkın öfkesi kasırgaya dönüştü ve Trujillo diktatörünü alaşağı etti. Onlar bir kez kanat çırpmıştı ve oluşan o küçücük esinti, dünyanın birçok coğrafyasında tufana dönüşüyordu.

Rojava Devrimi, 21. yüzyılın kadın devrimlerine açılan ilk deneyimi olarak; Kürt özgürlük hareketinin devasa mücadele birikiminin yanı sıra, tarihte eşitsizliğe ve zulme karşı atılan her taşın, kadınların özgürlük isyanının her bir çığlığının ve Dominik’te Kelebeklerin özgürlüğe kanat çırpışlarının bir ürünüdür. Bugün Türkiye’de, erkek/devlet şiddetine karşı sokakları hiç terk etmeyen kadınların iradesinde de bu bu “kelebek etkisi”ni görürüz. Jina Amini’nin saçına uzanan ele karşı, İran’ı boydan boya ayağa kaldıran kadınlarda da. Meksika’da cinsel saldırıya karşı erkek/devlet adaletinin mahkemesini ateşe veren öfkede de. Nerede bir kadın isyanı varsa oradadır Kelebeklerin izi. O “kelebek etkisi”nin biriktire biriktire, büyüte büyüte bugünlere getirdiği kadın mücadelesi, 21. yüzyılın kadın devrimleri yüzyılına bağlanacağının işaretidir.

Kadın Komünarlar olarak, mücadele tarihimizden; Mirabeller’den; Kelebeklerimiz Eylem, İdil, Zahide, Ceren’den; tüm ölümsüzleşen kadın özgürlük savaşçılarından güç alarak yürüyeceğiz. Faşizme, sömürgeciliğe ve erkek/devlet şiddetine karşı; bizi var eden, bizi biz yapan ne varsa, onları kuşanarak savaşacağız!