Uyan ey açlık ordusu, zenginleri yiyeceğiz! – DKP/Birlik

125

Kaynak: komunarlar.org

Her sene olduğu gibi bu sene de kentlerin eteklerinden gecekondu sokaklarına, kent meydanlarına doğru bir tını yayılıyor. Dünya proletaryası, geçmişinden aldığı güçle, hep bir ağızdan emeğin ezgilerini seslendirmeye devam ediyor. Kimi haykırarak sıkılı bir yumruğun içine sığdırırken bu ezgileri; kimi bir korku kapanının içinde, yarının özgür dünyasını düşleyerek kendince mırıldanıyor. Kimisi de unuttuğu ya da hiç duymadığı bu ezgilere kulak veriyor. 1 Mayıs marşları kulaktan kulağa dolaşıyor. Kavga hikayeleri kuşaktan kuşağa aktarılıyor. 1 Mayıs; tüm insanlık adına, 8 Mart ve Newroz ile başlayan baharın, proletaryanın sıkılı yumruğunda bütün kudretine ulaştığı, tarihsel bir gün. Her bir zerresinde, ölülerinin ve dövüşenlerinin izini taşıyan bu gün, sınıf mücadelesinin, bir senelik takviminde, en önemli anlarından birisi. Hem bir muhasebe, hem de proletaryanın sınıf düşmanıyla hesaplaşma günü 1 Mayıs!

Öyle ki, 1 Mayıs 1886 senesinde, ABD Haymarket’de, birlikte mücadele eden siyahi ve beyaz işçilerin, 8 saatlik iş günü için greve gitmesi üzerine, ABD hükümeti tarafından katledilmesinden sonra; bu cesur mücadelenin anısına, 1889 senesinden bu yana, dünyanın her yerinde, “işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak kutlanan bir gün, 1 Mayıs. Proletaryanın iktidarda olmadığı, kapitalist sömürü, baskı ve zulüm altında ezilmeye devam ettiği her koşulda, bayramdan ziyade bir kavga günü 1 Mayıs! Adına Türkiye denilen, içinde yaşadığımız bu ülkede, ‘77 Kanlı 1 Mayıs’ından ‘89 1 Mayıs’ına, ’96 Kadıköy 1 Mayıs’ından 2000’lerdeki Taksim 1 Mayıs çarpışmalarına, ödenen bedellerle, kan ve alın teriyle kazanılmış, tarih sayfalarına böyle nakşedilmiş bir gün 1 Mayıs! Taş, sopa, molotof ve barikatla, direniş ve kavgayla özdeşleşmiş bir gün 1 Mayıs! Öfkesiyle ve coşkusuyla, işaret ettiği yarınlarla, içinde kadınların harladığı mor ateşiyle, kıpkızıl bir gün 1 Mayıs! İstanbul söz konusu olunca, her şeyden önce, Taksim demek 1 Mayıs!

Bu sene 1 Mayıs’ı, dünyada ve özellikle Ortadoğu’da, savaş tamtamlarının olabildiğince yoğunlaştığı bir süreçte karşılıyoruz. Derin bir buhranın içinde kıvranan dünyanın tüm kapitalist-emperyalist devletleri, bu buhranı aşabilmek ve oluşturulacak olan yeni dünya düzeninde hegemon bir güç olmak için bir savaşa hazırlanıyor. Belki de son savaşa! Bu savaşın fragmanlarından birisi olan ve Ukrayna üzerinde yürütülen NATO-Rusya savaşı, hız kesmeden devam ediyor. Siyonist İsrail, başta ABD olmak üzere sığındığı Batı emperyalizmin kanatları altında, Filistin halkına karşı, tüm dünyanın gözleri önünde açık bir soykırım uyguluyor. Faşist iktidarın bu soykırımla kurduğu ticaret ortaklığı ise artık herkes tarafından biliniyor. Diğer yandan, İsrail ile İran arasındaki tarihsel gerginlik, artık doğrudan birbirlerini hedef aldıkları, savaş öncesi bir ön-çatışmaya evrilmiş durumda. Şu anlık durgunlaşmış olan Kafkasya, Güney Asya ve Afrika, her an karışmaya gebe. Tarihsel sınırlarına dayanmış olan kapitalist-emperyalist sistem, insanlığa kan ve irinden başka hiçbir şey vaat edemiyor.

31 Mart yerel seçimlerinde, beklenmedik büyüklükte bir yenilgi yaşayan; tüm hilelere, seçimlerin öncesinde ve sonrasında uyguladığı tüm baskı ve zora rağmen, halkın gerçek gücünü bir tokat misali yüzünde hisseden faşist iktidar, tüm bu karmaşadan pay kapma derdinde. Ancak içinde bulunduğu çok yönlü kriz buna müsaade etmiyor. Öyle ki, iktidarın toplumsal hegemonya sorunu artık sadece bir sorun değil; büyük bir kriz dinamiği. 20 Temmuz 2016 OHAL darbesinden sonra oluşan faşist blok, çoktan çatlamış durumda. Yaşanmakta olan ekonomik-mali krizin büyüklüğünü, feryat figan eden Merkez Bankası’nın mektubunda, tüm açıklığıyla görmek mümkün. Kürt halkı, Newroz müjdesiyle ve faşist iktidarı korkudan titreten Van serhildanı/direnişiyle, gücünü cümle aleme tekrardan gösterdi. Bitirildi denilen “terör” bir türlü bitmiyor! Memleketin dört bir yanında işçi direnişleri örgütleniyor, cins özgürlük mücadelesi kararlı yürüyüşüne devam ediyor, gençlik kitlelerinin içerisinde alttan alta isyancı bir dinamik gelişiyor!

Bu krizi, sermayenin ve devletin çıkarları doğrultusunda aşabilmek için, sömürüyü, baskı ve zulmü katlayarak arttırmaktan başka hiçbir çareleri yok. Krizin faturasını bizlere, işçilere, ezilenlere kesiyorlar ve kesmeye devam edecekler. Bunu hepimiz biliyor ve gündelik yaşamımızda an be an deneyimliyoruz. Her ne kadar seçim yenilgisinden sonra ayakları biraz tökezlemiş olsa da, 14-28 Mayıs seçimlerinden hemen sonra hazırlıklarına başladıkları ve kısmen uyguladıkları faşist taarruzu, tam randıman başlatmış durumdalar. Öyle ki, Maldivlerdeki tatil, Monaco’da yenilen ıstakoz ve yarım milyon liralık Rolex saat bir bir ifşa olmuşken; halk açlıktan kıvranırken ve AKP’lilerin yaşadığı zevk-i sefa herkesin gözleri önüne serilmişken; Çalışma Bakanı, pişkince, “Temmuz’da maaş zammı gündemimizde yok” diyebiliyor! Göz koydukları kıdem tazminatını, toplumsal hak ve özgürlükleri, yaşam alanlarımızı, doğayı, gasp ve talan etmek için ellerini ovuşturmaya çoktan başladılar!

Seçimden hemen sonra hoşgörü, kibarlık ve centilmenlik gösterileri yapan CHP, sermayenin ve devletin çıkarları doğrultusunda, bu faşist taarruzun, özellikle ekonomik boyutunun sürdürülebilmesi için uzlaşma masasına çoktan oturdu! Tam da sermayenin istediği gibi “dört sene seçimsiz geçecek ve ekonomiye odaklanılacak bir dönem” için kolları sıvadılar. Bu masalarda, faşist iktidarı ikna edebilir de bu taarruzu biraz yumuşatırlarsa onlar için ne alâ! Bunu da halka bir kazanım olarak gösterip zevahiri kurtarmış olacaklar. Bu görüntüyle, seçimlerde kazandıkları kitle desteğini koruyup pekiştirirlerse, belki faşist iktidar ilk genel seçimlerde hükümet olmalarına razı olur! O da olursa! Ama olan yine işçilere, ezilenlere olacak. Biz kırılırken, sermaye büyümeye; GSYH artarken, biz yoksullaşmaya devam edeceğiz. Bu sırada, baskı, zulüm ve sürdürülen kültür savaşları da bu taarruzun diğer yüzünü oluşturacak. Meslek örgütlerine; muhalif ve kontrolleri dışında olan medyaya; kazanılmış haklara; Kürt halkına ve temsilcilerine; geleceği çalınmış gençlere; kadınlara ve LGBTİ+’lara; muhalif partilere; ezcümle, kendilerinden olmayan herkese ve her şeye karşı, her fırsatta saldırmaktan geri durmayacaklar! Şu an en büyük dertleri ise bu saldırılar üstüne bir “yeni anayasa” yapmak.

Tüm bunlar böyleyken, sendikalar ve CHP tarafından yapılan Taksim çağrısının kimsenin aklını bulandırmaması gerekiyor. Yaptıkları Taksim çağrısı, uzlaşma masalarında faşist iktidara karşı kullanmak istedikleri bir kozdan başka bir şey değil. Karşılığında uygun gördükleri bir şeyi aldıkları taktirde, bundan vazgeçmeleri işten bile değil! Mücadele dün başlamadı; Türkiyeli devrimciler ve komünistler, bu ali-cengiz oyunlarına şerbetli. Bu kimseler, sözlerinin arkasında dururlar veya durmazlar. Bizim tavrımızı belirleyen, onların çağrıları değil tarih ve sınıf bilincimizdir! Ancak şu tabloda dahi oportünizm oportünistliğinden taviz vermiyor. Sendika bürokrasisinin kapısına gidip, el pençe divan, “aman efendim, ne Taksim’i, tadımız kaçmasın” diyor. Oportünizm öyle ne menem bir şey ki, sendika bürokrasisinin ve CHP’nin karşısında dahi, küçük düşmekten, ezilmekten ve büzülmekten ar etmiyor!

Ne sendika bürokrasinin, ne CHP’nin, ne de oportünizmin dayattığı siyasete geçit vermeliyiz! Biz, bizim olandan daha fazlasını istemiyoruz! Ürettiğimiz maddi zenginliği adilce bölüşmek; bu zenginliğin üzerinde, söz, yetki ve karar hakkına sahip olmak tek istediğimiz. Eşit, adil, özgür ve insanca bir yaşam tek istediğimiz! Tarihsel hakkımızı, üreten bizsek yöneten de biz olmayı istiyoruz! Bugün Türkiye koşullarında bunun ilk elden kolay olmadığını da biliyoruz. Uygun olan tüm koşullara rağmen, devrimci komünist bir önderliğin yokluğu, tüm bu amaçlarımızı gerçekleştirmek için, önce bu önderliği örgütlemeyi bir görev olarak önümüze koyuyor. Uygulanmakta olan faşist taarruzu püskürtecek; bunu yaparken en geniş kitlelere temas ederek, onlar nezdinde görünür olmamızı sağlayacak; buradan hareketle kitlelerin öz-örgütlülüklerinin önünü açacak bir mücadele dönemi, devrimci komünist bir önderliği örgütlemek için şu an en uygun zemindir!

Bu mücadele dönemi yaygın-kitlesel 8 Mart eylemleri ve Newroz mitingleriyle çoktan başladı ve 31 Mart seçimlerinden sonra Van direnişiyle kimliğini kazandı. Şimdi, birleşik ve militan bir Taksim 1 Mayıs’ı ile bu mücadele döneminin, daha da hızlanmasını sağlamamız gerekiyor. Van’daki direniş ruhunu İstanbul’a taşımalıyız. Uygulanmakta olan faşist taarruzun, hem ekonomik hem siyasal yönünü, sloganlarımızla teşhir etmeliyiz.

Bu coğrafyanın tarihinde, sokak-barikat savaşı deneyimleri ve meydanların zapt edildiği onlarca örnek mevcut. O yüzden, imkanlar dahilinde fiili-meşru mücadele araçlarının etkin kullanımını her daim gündemimizde tutmalıyız. Ancak gücümüzün, son elli senenin, neredeyse hiçbir anında olmadığı kadar kısıtlı olduğu aşikar. Savaş masada plan yaparken kazanılır ve özellikle güçler dengesi, tıpkı içinde bulunduğumuz süreçteki gibi bizim aleyhimize bir şekilde gelişmişse ve eşitsizse, planın önemli bir kısmı da düşmanı boşa düşürmek ve aldatmak üzerinden kurgulanır. 1 Mayıs’ta eylem alanını buna uygun olarak hazırlamalıyız. Polisin hiç beklemediği yerlerden çıkmalı, kimi yerlerde aklını bulandırmalıyız. Emekçi mahallelerden Taksim’e doğru, polis dayağına razı olmayacak bir şekilde, olabilecek en militan pratiği icra edecek olmamız, içinde bulunduğumuz bu mücadele döneminin muhtevasına uygun olarak, devrimcileri ve komünistleri kitlelerin gözünde görünür kılacak ve kitlelere de bir öz güven verecektir kuşkusuz.

Sınıf mücadelesinin yolu engebelidir, dolambaçlıdır ve sarptır; ancak eninde sonunda bir düzlüğe ulaşılır! Buna inancımız tam. Bugün halen uyumakta olan açlık ordusu, bir gün uyanacak ve yürümeye başlayacak elbet. Yürüdüğünde açlık ordusu, gidermek için açlığımızı, önce zenginleri yiyeceğiz! Ne bugünü kurtarmanın derdindeyiz, ne de rezil bir geleceğin köleleriyiz. Kırıntıları değil dünyayı, bizim olan ne varsa onu istiyoruz! Bunu unutmasınlar! Sahip oldukları ne varsa bizden çaldıklarıdır. Biz de bunu unutmayacağız!

İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs, herkes için bol kavgalı olsun!

Yaşasın 1 Mayıs! / Bijî 1 Gûlan!

BİZ KAZANACAĞIZ!